Hüseyin Aygün Sınavı
![]() |
| - yazı: ONAT ÇETİN - |
Türkiyeli Kürtlerin çoğunluğunun olmasa bile PKK ve kısmen de BDP ekseninin tercihini bağımsızlık talebini güçlendirmek yönünde kullandığını ve bu hedef doğrultusunda Şemdinli kırsalında BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan'ın deyimiyle “PKK'nın başlattığını ilan ettiği devrimci operasyon” ile yaklaşık bir ay süren alan hakimiyeti kurmak için giriştiği cephe savaşı ve sonrasında da savaşın batıya kaydırılacağını hissettiren Foça saldırısı yaşandı. Özetle PKK, savaş dilini egemen kılmak isterken; DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, bir yandan BDP Kızıltepe İlçe Örgütü'nde Suriye'deki Kürtlerin kazanımlarını selamlayarak “Herkes iyi bilsin ki Kürdistan’ın dört parçası birleşecektir” diyor öte yandan da kamuoyundan gelen tepkiler doğrultusunda Milliyet'e verdiği röportajda bu açıklamasının tonunu “Dört parçada özgürleşmeli dedim... Dört parçada Kürtlerin birleşmesi, Kürtlerin intiharı olur.” sözleriyle yumuşatıyordu. Ancak Kürt muhalefetinin tercihi, siyaseten gayet olağan iki ileri bir geri adımların varlığına karşın birinci seçenek olarak şekillenmişti.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken PKK, sadece belirli kurtarılmış bölgeler yaratarak alan hakimiyeti kurma amacında olmadığını, aynı zamanda “Her yerde varız ve güçlüyüz” mesajını da verebilmek için CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün’ü kaçırarak kendi deyimleriyle “gözaltına aldığını” açıklayıp operasyonların durdurulmasını istedi. Konuyla ilgili olarak PKK ikinci açıklamasında; Hüseyin Aygün’ün devletin “Dersim’e ve Dersim halkına” yönelik yürüttüğü politikaların hizmetine girmemesi gerekliliğini hatırlatmak amacıyla gözaltına aldığını ve kısa bir süre içerisinde serbest bırakılacağını belirtti.
Şimdi bir ara verip CHP’nin Kürt Sorunu’na ilişkin olarak demokrat sol kamuoyunca samimiyet testine tabi tutularak küçümsenip kendi içindeki ulusalcı refleksin ciddi tepkilerine rağmen son iki yıldır attığı adımları topluca hatırlamakta yarar olacak. 2011 yılı içerisinde “Demokrasi: Eşit Yurttaş, Özgür Toplum” adlı rapor ve “Seçim Bildirgesi” metni ile alışagelinen katı milliyetçi ve laik olarak tanımlayabileceğimiz ideolojik eksenden kendisini ayırmaya çalışarak yeni dönemde “Özgürlükçü Demokrasi” yaklaşımını benimseyip siyasetinin merkezine insan haklarını koyacağını ilan etti. 2012’de yaptığı tüzük kurultayı ile kendini sıkıştırdığı güvenlik dilinin göstergesi niteliğindeki “ülkenin güvenliğini ve bütünlüğünü koruyup güçlendirmek” şeklindeki tüzüğün birincil amacını “insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne, laik, çağdaş, katılımcı ve çoğulcu demokrasiye dayanan hakça bir düzen oluşturmaktır” ifadesi ile değiştirdi. Geçtiğimiz ay yaptığı olağan kurultayında kabul ettiği “Demokrasi ve Özgürlük Bildirisi” ile yadsınamayacak bir değişim olarak CHP, Türkiye’nin en temel sorununu demokrasiyi ve insan haklarını tehdit eden baskıcı rejim olarak niteledi. Uludere katliamı, Pozantı tecavüzleri, Malatya gibi Alevilere yönelik tehditler ve KCK Davası gibi geleneksel olarak BDP’nin etki alanındaki sorunları heyetler kurup raporlar hazırlayarak Türkiye’nin gündeminde tutmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu. Nihayet, Mayıs ayı sonlarında meclis bünyesinde bir “Toplumsal Mutabakat Komisyonu” ile sivil alanda, meclis ile bağlantılı ve koordineli şekilde etkinlik gösterecek bir “Akil İnsanlar Grubu” oluşturulmasını öngördüğü Kürt Sorunu’na ilişkin yol haritasına destek isteyerek “Çözümün Adresi Meclistir” sloganı (her fırsatta tekrarlanan seçim barajının düşürülmesi talebini de birlikte okumalı) ile güvenlik eksenli bakış yerine siyasal çözüm yaklaşımını eksikleri olsa bile yaşama geçirmeye çalıştı. Özetle CHP, değişim iddiasını bir iddia edildiği gibi medya balonu olmaktan çıkartıp AKP’nin MHP’lileşerek tek bir imgeyle rahatlıkla zihninizde belirecek çözüm önerisine – o imge de tartışmasız İdris Naim Şahin’dir – karşın demokratik siyaset dedi.
Ve tam da bu noktada PKK, CHP’nin Kürt ve Alevi Sorunları’nın hem vicdanı hem de barışçıl yollarla çözülmesinde ısrarcı kimliğiyle bilinen aykırı sesi Hüseyin Aygün’ü kaçırdı. CHP’nin ulusalcı isimlerinden Birgül Ayman Güler’in KCK kapsamında haksız yere tutuklandığını iddia ettiği Müge Tuzcuğlu ile ilgili basın açıklaması yapacak noktaya geldiği bir dönemde oldukça anlamlı değil mi?
Hâsılı PKK, bu eylemiyle asker/yargı/bürokrasi vesayetinden kurtulup barındırdığı tüm siyasi eğilimleriyle demokratik siyasete daha da fazla sahip çıkma çabasındaki CHP’yi MHP’lileştirerek, AKP ve MHP’nin oluşturduğu gizli milliyetçi cephenin içine itmek; savaşı ve taraflarını keskinleştirerek silahın dilini egemen kılmak istedi. Zira AKP’nin Özel Yetkili Mahkemeler eliyle teslim aldığı demokratik siyaseti, PKK da halkın temsilcisini silahla kaçırarak teslim aldı. CHP ise bu oldukça kritik iki gündeki olgun ve tutarlı tavrıyla iki yıldır emek emek belirli bir psikolojik aşamaya getirdiği demokratikleşme çabasından ödün vermeyerek savaşın diline esir olmayacağını kanıtladı. Maalesef demokratik kamuoyu ise, Kürtlerin yıllar yılı yaşadığı mağduriyetin verdiği eleştirilemezlik hakkından gözle görülür bir geri adım atmayarak BDP çizgisine güçlü bir çağrıda bulun(a)madı. Aksine BDP Eş Balkanı Selahattin Demirtaş’ın CHP’ye aynı Erdoğan gibi Dersim Katliamı üzerinden yüklenmesine gizliden gizliye göz yumdu. Tıpkı Hüseyin Aygün’ün “Türkiye’deki aydınlar uzun süredir, PKK’nın kuyruğuna takılmış durumdalar. Eleştiri yapmıyorlar, sadece devlete, hükümete çağrı yapıyorlar. PKK da yapsa, Uludere’de Türk savaş uçakları da yapsa, şiddeti her zaman reddetmeliyiz. Çok vicdansız buluyorum, devlet bir şey yaptığında yerden yere vuruyorlar, örgüt, bir sürü kişiyi, sorgusuz sualsiz kurşuna diziyor, tek bir kelam etmiyorlar.” sözlerini doğrularcasına…
Türkiye demokratik kamuoyu, Suriye ile birlikte değişen Ortadoğu ve Kürt paradigmasını idrak ederek dış ve iç savaş karşıtlığı üzerinden yeni bir dinamik zemin yaratabilecekken CHP’yi yalnızlığa mahkûm ederek bu fırsatı kullanmayı tercih etmedi. Umalım ki tüm barış yanlısı aktörlerin daha güçlü hareket edebilmesi için çok geç olmasın.
Onat Çetin
twitter.com/onatcetin

YORUM YAZIN