Header Ads

Diyanet, Cemevleri ve Tarih Dışılık

- AYFER KARAKAYA-STUMP -
“Aleviler İslam’ın içindelerse camiye gitmeliler, yok gitmemekte ısrar ediyorlarsa Müslüman değillerdir” gibi tarih dışı, düz bir mantıkla hareket eden Diyanet ve kimi çevreler, “ilmilik” olarak sundukları, içselleştirilmiş müteşerri Sünni İslam’a ait kategorilerin dışına çıkamadığı için, hem “Müslümanım” deyip hem “Bizim ibadethanemiz cami değil, cemevidir” demenin mümkün olabileceğini tasavvur edemiyor. Bu şekilde Alevilerin inanç ve ibadetlerini yok sayarak, kendisine ait olmayan kavram ve kategorilerle Aleviliği tanımlamaya çalışmak, demokrasi adına ayıp olduğu kadar, Aleviliğin içeriden bir bakışla anlaşılmasını da engelliyor.

Tarih dışı kurgu
Diyanet’in geliştirdiği “İslam’ın tek ibadethanesi camidir, Aleviler de Müslümandır, dolayısıyla Alevilerin de ibadethanesi camidir” tezi, tarihsel İslam’ın en temel konularda bile kendi içinde barındırdığı farklılıkları gözardı eden, aslında tarihi süreçler sonucu şekillenmiş ve zamanla kendini çoğunluğa tek doğru olarak kabul ettirmiş müteşerri Sünni İslam’ın, bu baskın pozisyonuna en başından ve tartışmasız ulaştığı kurgusuna dayanıyor. Bu tarih dışı kurguyla, anaakım İslam’a ait kavramlar ve kurumlar tüm Müslümanların, zaman ve kişiler üstü asgari müştereği olarak sunuluyor. Benzer yaklaşımları birçok akademisyende de gözlemek şaşırtıcı. Bu kişilerin ilim/bilim adına yaptığı, Aleviliği müteşerri Sünni İslam’ın aşina kategorilerine tercüme etmekten öteye geçmiyor.

Tarihi süreçler sonucunda ortaya çıkmış anaakım İslami kavramların ve kategorilerin ne derece mutlaklaştırıldığının, adeta nesnel gerçeklik mertebesine yükseltildiğinin göstergesidir bu. Çoğunluğu temsil etmekle birlikte sonuçta belli bir İslami geleneğin tecrübesini yansıtan kavram ve kategorileri genelleyip anaakım geleneğin dışında gelişmiş, hatta birçok konuda müteşerri İslam’a -hem Sünni hem Şii formunda- muhalif, mistik yönü ağır basan, batıni bir geleneği bu kavramlarla anlamaya çalışmak mümkün olmadığı gibi, “ilmi” ve etik de değil.

Mezhep - tarikat
Örneğin, Aleviliğin İslam içindeki konumunu tanımlamak için daha çok “mezhep”, son yıllarda ise artan sayıda Sünni ilahiyatçı tarafından “tarikat” terimi kullanılıyor. Oysa hem “mezhep” hem “tarikat”, Sünni gelenekte spesifik anlamlar taşıyan, Aleviliğe uygulanmaları sorunlu terimler. Bilindiği gibi Sünni İslam da diğer dini gelenekler gibi yekpare değil. Sünnilik içindeki yorum farklılıkları “mezhep” ve “tarikat” kategorileri altında tasniflenerek, tolere edilebilir farklılıklar edilemeyenlerden ayrıştırıldı, bu şekilde Sünniliğin iç çoğulculuğu -Kuran ve hadislerin zahiri yorumuna dayalı, topluca “şeriat” olarak bilinen kaidelerin dinin esası olduğu ve ilk dört halifenin meşruiyeti asgari müşterekler olmak üzere- sınırlandırılıp disipline edildi. Sünni gelenek açısından mezhep denince akla Hanefilik, Şafilik, Malikilik ve Hanbelilik olarak bilinen fıkhi ekoller gelir, ki bunlar bazı şeri hükümleri farklı yorumlamalarıyla birbirlerinden ayrışırlar.

Sünni ulema, dinin zahirini, yani şeriatı ve dört halifeyi reddetmemek kaydıyla İslam’ın batıni yorumuna dayalı mistik/tasavvufi akımları ve bu akımların 12. yy.’dan itibaren ana örgütlenme şekli olan tarikatları da meşru kabul eder. Bu asgari müştereklerden birini bile benimsemeyen, reddeden kişi, grup ve akımlarsa gayrimeşru ilan edilip dışlanır ve bastırılır.

Alevilik gibi dinin batıni yorumunu esas alan ve bu nedenle müteşerri İslam ile tarih boyunca ters düşmüş bir geleneği, dinin formel kaidelerinin tespitiyle uğraşan fıkhi ekollerle, yani Sünni mezheplerle aynı kategoriye koymak -eğer mezhep kelimesini jenerik anlamda kullanmıyorsak- abestir. Nitekim son yıllarda konuyla ilgili çalışan Sünni ilahiyatçılar da Alevilik için “mezhep” yerine “tarikat” terimini yeğliyorlar. Gerçekten de mistik yönü ağır basan bir inanç sitemi olarak Alevilik, İslam’ın diğer mistik/tasavvufi yorumları ile inanç esasları ve terminoloji olarak önemli oranda örtüşür. Ama bu benzerlikler üzerinden Aleviliği, Sünni söylemdeki içeriğiyle bir “tarikat” olarak tanımlamak ancak yüzeysel ve özcü bir yaklaşımla mümkün. Zira tarihsel olarak ne İslami mistisizm/tasavvuf tarikatlarla sınırlandırılabilir ne de Alevilik klasik bir tarikat yapılanmasına indirgenebilir.

Dede ocaklarına dayanan Alevilerdeki sosyo-dinsel örgütlenme, belli bir tarihsel süreç ve organik gelişme sonucu ortaya çıkmış, birçok yönüyle klasik tarikat örgütlenmesinden farklı, onu aşan, özgün bir yapılanmadır.

Üstelik Kadirilik, Nakşibendilik gibi tarikatlar, müteşerri Sünni İslam’ın asgari müştereklerini benimsemiş olmaları hasebiyle Sünni ulema tarafından meşru kabul edilir, ki bu yönleriyle de Alevilikten net bir şekilde ayrılırlar. Bu Sünni tarikatlarda, şeriatın üstünlüğüne halel getirmeyecek şekilde, yalnızca şeriatta öngörülen dini ritüeller “ibadet” kategorisinde değerlendirilir ve farz addedilir, tarikat bünyesinde yapılan ritüeller ise “zikir” olarak, ayrı ve ikincil bir statüde toplanır. Dini ritüeller arasında mekânsal bir ayrıma da gidilir; temel ibadet kabul edilen namaz camide ifa edilirken, zikir cami dışında, genellikle tekkelerde yapılır.

Cem
Oysa Alevilikte böyle bir ayrım yoktur. Temel dini ritüel cemdir ve Alevilere özgü, cemal cemale kılınan halka namazı cem ritüelinin bir parçasıdır. Alevi geleneğine göre Hz. Muhammed ve Hz. Ali de ibadetlerini böyle yapmış, “namazlarını” bu şekilde kılmıştır. Dolayısıyla “Hz. Ali de namaz kılardı, onun yolundaysanız siz de namaz kılmalısınız” gibi argümanların Aleviler için anlamı yoktur. Ayrıca genel kanının aksine, cemlerin yapıldığı özel mekânlar hep olmuştur. Yeni yeni akademik çalışmalara konu olmaya başlayan, geleneksel olarak “birlik damı”, “dergâh” gibi adlarla anılan yüzlerce tarihi yapı, Anadolu ve Balkanlar’da mevcuttur ve bunların kırlangıç çatı ve meydanın ortasındaki kara direk başta olmak üzere ortak mimari özellikleri vardır. Aleviler yüzyıllarca tüm dini ritüellerini, günümüzde “cemevi” denen özel mekânlarda, bu tip bir mekânın olmadığı durumlarda evlerde yaptılar. Cemevleri ile ilgili böyle bir tarihi tecrübe ve onu destekleyen inançsal çerçeve varken, “tarihte Müslümanların camiden başka ibadethaneleri olmamıştır” iddiasının da, Sünni tarikatlardaki cami-tekke ve ibadet-zikir ayrımını Aleviliğe monte etmeye çalışan, “cemevleri caminin alternatifi olamaz” söyleminin de hiçbir “ilmi” veya etik yanı yoktur.

AYFER KARAKAYA-STUMP:  Yrd. Doç. Dr., William and Mary Üni., Virginia-ABD

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.