Zaningeh Ekibiyle 'Dom' Belgeseli Üzerine: Nereden Nereye?
Dom belgeselini çeken Zanîngeh Media ekibinden Ridwan Xelîl’e:
“Kim bu Domlar?” diye sordum. O ise
işte böyle cevap verdi: “Hiçbir şey değiller, çünkü kimse onları
bilmiyor. Belki yüzlerce, belki binlerce, belki milyonlarca ama kimse bilmiyor.
Toplumda kimse ‘Dom’un ne olduğunu bilmiyor.”
Bazen bir hayal, sadece bir
çocukluk rüyasıdır her şey. Hepimizin yok mudur lise arkadaşlarıyla kurduğu
hayaller? Hiç ayrılmayacağızdır mesela, ne olursa olsun arayacağızdır
birbirimizi, hatta büyük adam olma yolunda uzaklaşan yollara vaat edilmiş
mektuplarımız vardır lise arkadaşlarımızla… Ama öyle ya her şeyin bir çırpıda
tüketildiği bu dünya, hayallerimize sıkı sıkı bağlandığımızda kulvardan
atıveriyor bizi. Çünkü okumaya geldiğimiz şehirlere alışmakla yükümlüyüzdür.
Kuşkusuz bu şehirler genelde herkesi başka hayatların içinde çoktan
köklendirir. Belki unutmayız lise arkadaşlıklarımızı –çoğu kez unuturuz- ama
ortak hayallerden geçmeye dayatılmıştır biçilen geleceğimiz.
Kimisi için farklıdır bu
durum. Azdır bu kimileri. Bazen bu ak, açık zihinler daha o yaşlarda bir araya
gelince, ortak bir derdi kuşatıverirler. Bu öyle bir şeydir ki, yaratılmış
toplumsallıklarına bir aidiyet üretirler. Vazgeçilmez artık bu ortaklıktan. Bir
dert üzerine doğmuştur çünkü bu dostluklar, ya da bir dert üzerinde
derinleşmiştir. Aslında öyle ya o uzak şehirlere bile o dert sonucu
gidilmiştir.
Dom belgeselini izlediğimde
röportaj yapmak istedim. Çünkü yeni bir kültürü tanımak, tanıtmak heyecanı
sarmıştı beni. Röportajın ardından karşıma çıkan bu güçlü oluşum ya da platform
beni tam anlamıyla büyüledi.
Zanîngeh
Media ekibinden Ridwan Xelîl ile görüştüm. Xelîl,
öncelikle Zanîngeh ekibinden bahsetmeye başladı. Onlar Nusaybin’de okuyan lise arkadaşları. İrtibatları üniversite için
farklı şehirlere geldiklerinde bile kopmuyor. Çünkü ortaya bir dava konuyor.
Zanîngeh, Yani “sanal üniversite”.
Amaçları Kürtçe’nin bir bilim dili olması. Ama gerekli ilgiyi görmüyorlar. Sonra
ekibin ilgi alanı iletişime doğru kayıyor. Şimdi daha çok Zanîngehfilm adı altında, projelerini hayata geçiriyorlar ve
belgesel, film gibi çalışmalarını gerçekleştiriyorlar. Hımm tabii eğer para
bulabilirlerse… Şimdiye kadar genelde çalışmalarını kendi imkânlarıyla
gerçekleştirmişler yani harçlıklarını birleştirerek. Tüm imkânları da zaten okurken
biriktirdikleri harçlıkları. Bir yandan da Kürtçe
ve Türkçe olmak üzere “sanal yayınevi/cilik”, “dijital/pdf
kitaplar” gibi konulara da ağırlık veriyorlar.
Zanîngeh’ten görüştüğümüz Xelîl
de Nusaybin doğumlu. Üniversite
okumak için İzmir’e gidiyor.
Gazetecilik okuyor ama o kendisini web
tasarımı ve grafikte geliştiriyor. Şimdi bir yayınevinde grafik üzerine çalışıyor. Aralarından üniversiteyi ilk
bitiren ve çalışmaya başlayan o. Son bir buçuk senedir bu alana yönelen ve
şimdi bu işi yapan Xelîl neden bu işi yaptığını şöyle ifade ediyor: “İhtiyaç duyduğumuz alanlara yöneliyoruz.”
Onlar işte böyle yaşıyorlar. Bir
dert var ve o masanın orta yerinde duruyor. Nerede eksik varsa kendi
kendileri, özenle, yavaş yavaş dolduruyorlar o boşlukları. Hayallerinin,
hedeflerinin, projelerinin gerçekleşmesi için büyük bir emek sarf ediyorlar.
Şimdi Zanîngeh’e onların gözüyle bakalım ve Dom’lar ile tanışalım…
Röportaj: Gülsünay Uysal
DOM belgeselini Zanîngeh Film
olarak hazırladınız. DOM’lar hakkında konuşmadan önce kimdir bu Zanîngeh Media Grubu?
Biz lise arkadaşları olarak bu grubun çekirdek kadrosunu oluşturduk. Bu
grupta, Ridwan Xelîl, Ramazan Güneş,
Yaşar Oktay, Halil Aygün, öğrenci olmayan tek üyemiz Dilazad Art ve daha sonra grubu katılan Mahmut Çelik, Emrah Doğru, M. Sercan Yürek, Mustafa Uluç ve ara ara
çalışmalarıyla bize destek olan insanlarımız var. Zaningeh olarak amacımız Kürtçe alanında çalışma
yapan bilim insanlarını ve bilim sevenleri bir araya toplamak, Kürtçe’yi muasır
diller arasında hak ettiği yeri bulmasına yardımcı olmaktır. Zaningeh Film olarak ise, hedefimiz halkının dertleriyle
dertlenen bir türlü ön plana çıkmayan aidiyetleri ve sorunları özgür bir sinema
platformu çatısı altında ortaya koymaktır. Özellikle Kürt sinemasında
yoksulluklardan ötürü bir türlü ortaya çıkamayan sanatsallık ve kalite
olgularını oluşturmaya çalışmaktır.
Bizim zaningeh.net sitemiz var. Zikrettiğim Zaningeh
grubunun amacına hizmet etmeye çalışıyor ama kimse ilgi gösteremeyince pasif
kalıyor. Burada farklı alanlardaki bilimsel, kültürel,
sosyal, teknolojik ve modern çalışmalarımızı yayımlıyoruz.
www.zaningehfilm.com sitemizde ise Zaningeh Media’nın iletişimci grubunun çalışmalarına yer
vermekteyiz. Bu sitede belgesel, kısa film,
klip gibi çalışmalarımız hakkında duyuru, bilgi ve yayınlanabilecek
çalışmalarımızı yayınlıyoruz.
Ne
demek Zanîngeh? Ne için var?
Zanin, Kürtçe “bilmek” fiilinden geliyor. Geh ise mekân, yer bildiren ektir. Bilim
yeri, ilim yeri manasına gelen zaningeh
modern manada da “Üniversite”
kelimesinin karşılığıdır. İlk başta amacımız
sanal bir üniversite kurmaktı. Mevcut üniversiteler özellikle Kürtçe bilim
noktasında gereken bilimsel gelişim ortamını sunamadığı için özgür bir ifade
ortamı ihtiyacı hissettik ve bu doğrultuda adım atıp zaningeh sanal üniversite
projesine başladık. Lakin sosyal ve
bilimsel açıdan insanlarımızdan gereken ilgi ve desteği bulamadık. Amacımız
burada şuydu aslında: Kürtçe’yi muasır bir bilim dili haline getirebilmek.
Site şu an Kürtçe ve Türkçe olmak
üzere iki başlı bir yapıdadır. Başlangıçta Kürtçe vardı sadece. Sonra Kürtçe-Türkçe
karışık bir şekilde yayın yapmaya başladık. En sonda da iki dilli, Kürtçe ve
Türkçe dillerinin birbirinden ayrı olduğu bir yapıda yayın yapmaya başladık.
Hedef bir sanal üniversite kurmaktı. Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Tıp,
Astronomi gibi alanlarda okuyan arkadaşların yapacağı Kürtçe çalışmalar ve
Kürtçe’ye yapacakları tercümeleri yayımlayacağımız bir platform hazırlamaktı.
Lakin gerekli ilgiyi göremediğimiz için ya da gerekli kişilere ulaşamadığımız
için çalışma bir süre sonra bizim ilgi alanlarımıza doğru kaydı. Prodüksiyon
alanları, yayıncılık alanları gibi iletişim alanlarına.
Biz sanal yayınevicilik de
yapıyoruz Zaningeh’de. Sanal
yayınevicilik dedim çünkü üniversite
okurken herkes evcilik oynama telaşına düşerken içinden geldiğimiz toplumsal
buhranlar bizi evcilik oyunundan men etti.
Dijital kitap yapıp sitede yayınlıyoruz. Gerekli desteği gördüğümüzde de
gerçek anlamda bu çalışmaları matbaalarda bastırabiliyoruz. Şuan basılı 2
eserimiz 13 tanede e-kitabımız mevcut.
E-kitapları düzenliyoruz, kapağı, jeneriği, indeksi vesairesi ile orijinal
bir kitaptan farkı yok. Kürtçe, Türkçe, Papauyeniginece hangi dil olursa olsun
e-kitap çalışmalarını gönüllü, basılı çalışmaları ise maliyet istediği için
maliyetiyle hazırlıyoruz. Dil sınırı yok burada. Ama temel hedefimiz Kürtçe.
Çünkü bu noktalarda zayıflık hissettiğimiz için temel hedefimizi Kürtçe olarak
belirledik. Dışarıdan pek kimse dâhil olmadı gruba. Ne yazık ki boğaz harbine
takılan insanlarımız bu alanlarda pek aktif olamıyorlar. O yüzden grup çekirdek
kadroyla sabit kaldı yıllarca.
Mekânımız sanal ortamdır yani fiziksel bir yerimiz yok şu herkesin bir
yer edindiği koca dünyada. Yıllarca ‘Messenger’lar ile,’ Hotmail’ler ile
toplantılar düzenledik. Çünkü hepimiz öğrenciydik ve farklı şehirlerde farklı
üniversiteler de okuyorduk yani uzaktık birbirimize. Bizi yakınlaştırabilecek
şey teknolojiydi.
Bu toplantılar nasıl başladı?
Liseden tanıyoruz birbirimizi. Önce ben Dilazad Art ile çalıştım. Onunla bu Zanîngeh projesini, başlattık.
Sonra yukarıda adlarını zikrettiğim lise arkadaşlarımla kurduğumuz iletişimler
sonucunda birbirimizin hamiyet ve samimiyeti böyle bir oluşumu mümkün kıldı.
RTS okuyan arkadaşlarımdan bir gün şöyle bir teklif geldi, beraber bir kamera
alalım. Kendimizi geliştirelim bu alanlarda diye. Hepimiz öğrenciydik açıkçası,
cebimizde de az bir para vardı ama hepimiz gerekirse borçlandık bir para koyduk
ortaya. Böylece toplantılarımız ciddiyet almaya başladı. Gittik bir kamera
aldık.
Sanal toplantılarımızı gerçek bir toplantıdan farksız ve aynı
hassasiyetle yapıyorduk. Gündem oluşturuyor, herkes değinmek istediği mevzuyu
yazdırıyor, sonra hep beraber çözüm arıyoruz. Toplantı sonunda netice raporu
düzenleyip birbirimize yollar, bir sonraki toplantı zamanını belirler ve
birbirimize ödev verirdik. Bu toplantılar esnasında yeni iletişim grubumuza
isim arama ihtiyacı hissettik isim ararken grup isminin zaten hazır olduğunu
sadece bu grubun Zaningeh’in ajans bölümü olabileceğini fark ettik ve Zaningeh
Ajans ismiyle ortaya çıktık daha sonra bu isim Zaningeh Prodüksiyon ardından
Zaningeh Medya ve nihayetinde Zaningeh
Film olarak netleşti.
Neler yaptınız bugüne kadar?
İki klip çalışması yaptık birinci çalışma “Ji bira min naçê” klasik tarzda hazırlanmış bir çalışma idi. İkinci
çalışmamız ‘Delala Min’ ise
görsellik, kalite ve sanatsal altyapısıyla bir bomba gibi çekildiği bölgenin
Kürtçe klip piyasasına düştü. Artık Kürtçe kliplerin bahtının değişeceği fikri
diyaloga geçtiğimiz bazı yapım şirketleri ve kanallardan aldığımız geri
bildirimlerle ortaya kondu.
İlk kısa filmimiz senarist ve yönetmenliğini Ramazan Güneş arkadaşımızın yaptığı Piştî Îlonê (Eylülden Sonra) adlı
çalışma oldu. Bu çalışmada 80 darbesi sonrasından bir kesiti sunmaya çalıştık.
80 darbesinden sonra yasalarla katı bir şekilde yasaklanan Kürtçe şarkılarına
ve diline bir değinmece yaptık. Özetle Kürtçe şarkı dinlemek yasak, konuşmak da
yasak. Yaşlı adam Kürtçe şarkı dinlemek istiyor. Şivan Perwer’in hayranıdır. Ama Şivan Perwer yasak, kasetleri
piyasada yok. Olanlar da gizli, saklı. Yere gömülüyor, dinlenmek istendiğinde
yerin altından çıkarılıp dinleniyor. Dinlendikten sonra tekrar toprağın altına
gömülüyor. İşte biz burada Şivan Perwer hayranı bir adamın o kasetleri dinleme
mücadelesini işledik. İlk çalışma olduğu için teknik olarak çok kaliteli değil
ama fikir olarak güzel bir proje, bu projeyi tekrar çekmeyi düşünüyoruz.
Ardından “Köklerini
Arayan Halk”: Mıhellemiler isimli
belge filmimizi çektik, bu çalışmada ise Mezopotamya’nın kadim halklarından
olup yok olma tehlikesiyle yüz yüze olan Mıhellemi halkını tanıtıp sorunlarını
dile getirdik.
Ondan sonra ise Dom Belge-Film yetkinliğimizi doruğa ulaştıran çalışmamız oldu,
gittiği her yerde takdir topladı. Bu çalışmamızda Nusaybin ve civarında
bilinmeyen bir halk olan Domların trajikomik dramlarını perdeye taşıdık.
Sonrasında Dû Bar (İki Yük), Onuncu
Rica, Rûye Winda | Kayıp Yüz, Bir Umut (Hevî) çalışmaları da peşi ardına geldi.
Finansal desteğinizi nasıl
sağlıyorsunuz bu projeler için?
Ben yeni mezun oldum. İlk mezun olan benim. Diğerleri hâlâ öğrenci. Kendi
harçlıklarımızla, kıyıda köşede ne varsa öyle çektik bu çalışmaları.
Çalışmalarımızda ki kalite kullanılan envanterin kalitesinden öte grubun
yetkinliğinden gelmektedir. Kamera normal bir kamera ama kameraman daha kaliteliyse
harikalar ortaya koyup, imkânsızlıkları konuşturabilirsiniz.
Bahsetmek istediğiniz yeni çalışmalarınız var mı?
Şu anda uzun metrajlı bir çalışma için kolları sıvadık. Dom belgeselinin
yönetmen, senarist ve kameramanı Halil kendi ninesinin hayatından bazı kesitler
sunacak. Ninesi köylerinin boşaltılması münasebetsizliğiyle bir dönem Antalya
Manavgat’a götürülüyor. Orada yaşamış olduğu sosyal kültürel sorunları dile
getireceğiz. Herkes farklı farklı dilleri konuşuyor ama o kendi dilini
konuşamıyor. İngilizi, Fransızı, İtalyanı, Papua Yeni Ginelisi kendi diliyle sokaklarda
pervasızca konuşuyor ama nine sokakta hem konuşamıyor hem diyaloga geçeceği
kimseyi pek bulamıyor. Nine bu duruma dayanamıyor, kısa bir süre sonra beni
tekrar köye götürün diyor ama ortada artık köy yoktur, ardından nine Nusaybin’e
getiriliyor. Bunları derleyerek uzun
metrajlı bir çalışmak yapmak istiyoruz lakin bunun için ödenek aramaktayız
bulamazsak gene son meteliğimize kadar fedakârlık yapacağız. Biraz zaman alacak
ve maliyetli olacak tabi. Çünkü mekânlar farklı, bir Manavgat’ta, bir
Nusaybin’de olacak. Daha senaryo aşamasında ve bu çalışmada da çalışmanın
bizatihi mağduru nine kendini canlandıracak, böylece sanatsallık ve gerçekçiliğin
doruklara ulaşacağına inanmaktayız. Güzel bir çalışma olacak.
Şimdi Dom belgeseline
geçelim. Dom belgeselinin başlangıç hikâyesi nedir?
Halil, Mıtırplar hakkında bir şey anlatıyor ninesine.
Nenesi de diyor ki: Oğlum, onlar Mıtırp
değil onlar Dom. Onlar Dom olduğu gibi kendi dilleri ve kültürlerinin var
olduğu gibi bazı şeyler anlatıyor nenesi ona. Allah Allah! Hiç duymadım, diyor Halil.
Halil nenesinden duyuyor, gidiyor annesine soruyor. Annesi de diyor: Evet
oğlum, böyle bir kültür, böyle bir farklılık var. O da hayrete düşüyor, nasıl
ben bilmiyorum, o kadar arkadaşım var onlardan, niye konuşmadılar, niye
anlatmadılar bu güne kadar? O telaşla başlıyor sorgulamaya. Domlara soruyor,
Domlar çekiniyor anlatmıyorlar. Bir süre sonra Halil güveni veriyor Domlara,
Onlar da açıklıyor, doğrudur, böyle bir kültürümüz var, bizim aslımız Dom,
dilimiz Domanice. Anlatırlar ve
belgesel böylece başlar. Ardından Halil soruyor, değişik enstanteneler yakalıyor
kamera çekimleri yapıyor, okula dönüyor, okulda senaryoyu derinleştiriyor.
Senaryoyu derinleştirdikten sonra bunu belgesel yapmaya karar veriyor. Mesele
aldı başını gidiyor. Dönüyor çekimlere başlıyor. Yaklaşık bir ay aktif bir
şekilde onlarla yaşıyor. Onlarla yiyor, onlarla içiyor, onlarla oturuyor,
onlarla kalkıyor Nusaybin’de, belgesel süreci böylece 10 aylık bir dilimi
kapsayarak nihayete eriyor. Bizatihi olayı, meseleyi içinde inceliyor. İçeriden
çekiyor. Güveni kazanma meselesi ve fedakârlık meselesi bu. Kolay değil. Domlar
tüketim kültürünü kendi yaşam sitilleri haline getirmişler, üretim neredeyse
yok ama tüketim maksimum düzeyde, kazandıkları üç kuruşu yarını düşünmeden
pervasızca harcayacak derecede maddiyatı hiçe sayıyorlar, bu belki bir
asilliktir ama yarını düşünmeden yaşamak tehlikelidir. Fakirlik iki anlamdadır.
Bir maddi olarak fakirlik bir de manevi olarak. Domlar iki anlamda da fakirler,
yatırım yapmasını bilmiyorlar. Gelen parayı direk harcıyorlar. Ne kadar gittiği
neye gittiği önemli değil. Bu kültür onların refah seviyesi daha yüksek bir
standarda geçmesini engelliyor.
Kim bu Domlar?
Aslında hiç kimse. Domlar hiçbir şey değiller, çünkü kimse onları
bilmiyor. Belki yüzlerce, belki binlerce, belki milyonlarca ama kimse bilmiyor.
Nusaybin’de yaşayanları bir mahalleye sıkışmışlar. Dağınık halde de yaşayanlar
var. Toplumda kimse Dom’un ne olduğunu bilmiyor. Domanice diye bir dilin varlığını hiç kimse bilmiyor. Belgeselde bu
dili kullanmayı çok isterdik lakin Domanice uğradığı asimilasyon politikası
yüzünden pamuk ipliği formatında bir yaşam mücadelesi veriyor. Bu da istenilenleri tam anlamıyla ifade
edecek bir dile ihtiyaç gerektirdi bu yüzden dil olarak Nusaybin Domlarının ana
dilleri gibi bildikleri dil olan Kürtçe ile yapıldı. Domanice onlarda da çok zayıfladı açıkçası. Kürtçe
ve Türkçe gibi baskın kültürler ilerledikçe ilerliyor lakin sosyal ve siyasal
örgütlenmelere gitmeyen Domlar bu dili sosyal, ekonomik ve eğitim hayatında da
kullanmayınca gün geçtikçe yok oluyor.
Umut verici bir olay var ki o da Zaningeh Media’nın genel yayın yönetmeni
Dilazad Art’ın tarihte ilk kez Domlar’la ilgi yaptığı araştırmadır. Dilazad’ın
araştırması iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Domların yaşam tarzını (tarihi,
coğrafyası, kültürü, edebiyatı, sanatı vb.), ikinci bölüm Domların dili olan
Domanice üzerinedir. Yakın bir zamanda bu çalışmayı da bir kitap olarak
yayınlamayı düşünüyoruz.
Domlar Kürtler mi?
Kürt değiller lakin Kürtler içindeki ekser Domlar Kürtleşmişlerdir. Ama
şu kesin olarak bilinmelidir ki Domlar Kürt değildirler. Yazarımız Dilazad’ın
yaptığı araştırmalar neticesinde Domların eski Hindistan’dan göç yolu ile
Mezopotamya’ya yerleştiğini biliyoruz. Şu kanıya varmışız ki Domlar
Hindistan’daki kast sisteminin dışında bile kalan insan yerine konulmayan
göçebe topluluklardır. Bugün bile dillerini kısmen de olsa koruyabilmişler.
Dilleri en çok Urduca’ya yakındır. Yani Hindistan’ın diline yakındır. Örneğin
su kelimesi hem Domca hem de Urduca Pani’dir.
Romanlar mı?
Roman, Çingene, Mıtırp, Dom… Domlar, Romanlarla akraba topluluktur.
Mezopotamya’yı aşan çingene topluluklarına Roman denildi. Kalanlara Dom
denildi.
Roman veya çingene Türkçe’deki karşılığıdır ve bu gruplarla benzerlikleri
çok olmakla birlikte Kürtler arasında yaşayan Domların karakteristik
özellikleri biraz farklılık göstermektedir.
Mıtırp deniyor galiba?
Tore mıntıkası Mıtırp diyor. Onlar kendi aralarında sadece ve sadece
kendi aralarında kendilerine Dom diyorlar ve Domanice konuşuyorlar. Dışsal
baskıdan çekindikleri için grup dışındaki insanlarla Kürtçe anlaşıyorlar, çoğu
Dom Türkçe bilmez. Devletten baskı görüyorlar, Kürtlerden baskı görüyor,
Araplardan baskı görüyor. Türklerden baskı görüyorlar.
Bu baskı neden? Neye benzer
bir baskı?
Romanların, Mıtırbların, Domların sahip oldukları bir toplumsal statüsü
var. Bu statü bilindiği üzere aşağı bir statüdür. İster istemez dışlanan bir
statüdür. Bu statüden insanlar sıyrılıp üst statüye geçmek isterler. İkinci
vatandaş meselesi. Onlar da ne yapıyor, üst kültürün diliyle konuşuyor, onların
kültürüyle yaşıyor ki ikinci vatandaş muamelesini minimize etmeye çalışıyorlar.
Bariz bir ayrım yok sadece ailelerinden gelen soydan dolayı bir ayrım var toplumla
onlar arasında. Onlar Mıtırp. Mıtırp, Çingene veya Roman’ın karşılığıdır ama
kültür olarak incelendiğinde bir Roman değildirler. Çünkü Romanlara baktığımızda
ve Mıtırplara baktığımızda birbirlerine benzemiyorlar. Kültürel farklılıklar
var.
Mesela?
Mesela belgeselde de geçiyor, belki fark ettiniz, yol kesiyorlar, komutan
soruyor: Nereye gidiyorsunuz? Düğüne diyorlar. Komutan tekrar soruyor: Siz kimsiniz, nesiniz? Mıtırbız diyor, anlamıyor. Aşık mısınız? Değiliz. İşte en sonunda
anlaşıyorlar bir şekilde ve diyorlar ki: Biz
çalgıcıyız. Sonra komutan soruyor: Sizde dansöz var mı? Mıtırp diyor ki: Bizde olmaz öyle şeyler. Bizde kadın oynamaz
diyor. Lakin Roman geleneğinde
bildiğim kadarıyla kadın oynar…
Müzikten mi para
kazanıyorlar?
Şu anda müzikten, dilenmekten (ev ev gezmekten) para
kazanıyorlar.
Bu belgeseli film
festivallerine gönderdiniz mi? Ödül aldınız mı?
Gönderdik. Erciyes Film Festivali’nde ikincilik ödülü aldı
ayrıca Facebook Beğeni birinciliğini aldı. Diyarbakır Film Festivali’nde
birincilik ödülü aldı…
Belgeselde de
bahsedilen bir kimlik sorunu var. Bundan bahsedebilir misiniz?
Bazıları yeni yeni nüfus kâğıtlarını çıkartıyor, bazılarının
hala yok, bazıları ise çoktan vatandaş olmuş. Şu anda bir kısmı tanımsız
vatandaş ve korkuyorlar ya da nasıl kimlik çıkaracaklarını bilmiyorlar çünkü
tanımsız adama sorarlar “Seni nereden uyruğa alacağız? Bu ülkenin hiçbir
şeyinde adın, sanın geçmiyor. Beni kaydet diyorsun. Senin bu ülkenin vatandaşı
olup olmadığını nereden bileyim hem Türkçe de bilmiyorsun gelmişsin 60 yaşına
beni nüfusa yazdırın diyorsun” gibi sorunları var. 21. yüzyıldayız devlet söylemiyle hizmetin gitmediği köy
girmediği ev kalmadı ama hala bu devlette kimliksiz vatandaşlar var ve bu
topraklar öteden beri bu kimliksizlerin yaşadığı topraklardır.
Başlangıçta göçebeydiler. Resmi bir kurumla hiç ilişkileri
yoktu. Kimliğe ihtiyaç duymuyorlardı.
Dağlarda, ova ve yaylalarda terörist diyerek öldürülmeye başlanınca ve
dağlarda eskisi gibi bereket kalmayınca yerleşik hayata geçmeye başladılar. Bu
kimlik ihtiyacı meselesi o zaman ortaya çıktı. Bir kısmı aldı bir kısım alamadı
bir kısmı nasıl alacağını bilmiyor. Neyi nasıl isteyeceğini bilmiyor.
Bilmeyince de öylece kalıyorlar. “Siz
vatandaşlık istiyorsunuz. Nasıl yazalım? 65 yaşında, yeni yeni doğum tarihi
bilgilerini gireceğiz deniliyor. 3 gün sonra öleceksin. Geçmişte yaşadığın
şeyler bizim kaydımızda yok, şu, bu,
vesaire…”
Müzik aleti
olarak ne çalıyorlar?
Kemençe ya da diğer adıyla Ribab isimli kendi üretimleri olan
bele dayatılarak çalınan bir alet.
Bir Kürt,
Domanice konuşan birini anlayabilir mi?
Hayır, kesinlikle anlamaz ama Domanice’nin girmiş olduğu
kültür erozyonu yüzünden birçok kelime Kürtçeleşmiş ya da Türkçeleşmiştir yani
artık bir Kürt Domanice’yi net anlamazsa da karşıdakinin meramını kavrayabilir.
Mesela biz belgesel esnasında konuştukları kelimelerin kayıtlarını da tutmaya
çalıştık. Kürtçe de anadilleri gibi ama Domanice’nin piyasası olmadığı için
maalesef zayıf.
Bu dilin ölmesi
gibi bir durum söz konusu mu?
Maalesef ki gerekli önlemler alınmazsa zamanın hızlı aktığı
bu devirde bir iki kuşak sonra Domanice’nin sadece adı kalacak. Kayıtlı hiçbir
şeyleri yok. Google’da aratın “Dom” diye, kaç tane yazı çıkar, kaç tane bilgi
çıkar parmakla sayarsınız. Bilgiler çok zayıf. Biz mesela belgesel esnasında
elimizden geldiği kadar konuşulan kelimelerin Kürtçelerini ve Türkçelerini de
isteyerek arşiv tutmaya çalıştık. Devlet arşivlerinde belki Domlara dair
orijinal metinler bulunabilir Mıtırp veya Dom olarak. Lakin bunu kendine görev
kabul edip bu konuyu tırtıklayacak şuurlu Domlarda yok. Biz belgesel esnasında
da sonrasında da bu şuuru onlara vermeye çalıştık. Şuan Domlar hakkında
tuttuğumuz notları toparlayıp onların dillerini, yaşamlarını, inançlarını,
geleneklerini kayıt altına almaya çalışıyoruz.
Kendileri Dom
olarak tanımlanmayı mı istiyorlar?
Açıkçası onların o derdini kavrayabilmiş değiliz. Çünkü ortam
müsait değil. Mesela bazı Kürtler Kürtçe konuşmak istemez ve kendini Türk diye
tanımlar üst kimlik kaygısı yüzünden. Onlar da aynı sebepten ötürü bazı sorunlar
var, kendilerini Kürtlere karşı Mıtırp olarak tanımlıyorlar, Kürtlerin farklı
kültür edinmiş bir versiyonu gibi. Çünkü kültürlerinin ve dillerinin piyasası
yok. Kültürlerini zor ayakta tutuyorlar ama hala kendi aralarında, kimse
olmadığında Domanice konuşuyorlar ve kendilerini Dom olarak tanımlıyorlar.
Onlar için bir
şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?
Biz belgesel çalışmaları sırasında hep kayıt tuttuk.
Yaşananları konuşulanları kayda aldık yazılı olarak. Halil’in de çalışmaları
var bu konuda. Maddi ve manevi yardımlar yapmayı düşünüyor. Özellikle belgesel
gelirinin bir kısmını onlara yatırmayı düşünüyor. Gerek gıda, giyecek gibi konularda
gerekse de sosyal olarak. Bir dernek fikri var Halil’de: Nusaybin Domları Derneği. Onlar da örgütlensinler, onlar da kendi
yaşam kodlarını, kültürlerini oluşturmaya çalışsınlar.
Türkiye’de diğer kültürler gitsin, yok olsun, tek kültür, tek
medeniyet, tek dil, tek, tek, tek, her şey tek olsun. Ama bilinmiyor ki
teklikle farklı bir düşünce farklı bir gelişim, farklı bir ihtiyaç ortaya
çıkmaz. Tekdüze bir yaşam sadece popüler kültürdür popüler kültürün kalitesi de
tartışılır bir mevzuudur. Düşünsenize hepimiz Türküz, hepimiz aynı dili
konuşuyoruz, hepimizin günlük fikir, yaşam vesairesi hep aynı. Aynı şeyleri
konuşuyoruz. Ne olur bu durumda? Hem toplum gelişmez hem biz birbirimizden
bıkarız. Bir kapta duran, yerini değiştirmeyen bir su gibi, orada bozulur o su
kokmaya başlar. Biz de bu tek tipleşen topluluklardan iğreniriz. Farklılıklar
güzeldir. Hiç unutmam Nusaybin’de lise okurken Hatay’dan gelen bir Arap
arkadaşım olmuştu. O an dehşet olmuştum, çok memnun olmuştum, keyiflenmiştim.
Farklı bir kültür, farklı bir insan, farklı bir dil, farklı bir medeniyet.
Muazzam bir şekilde haz alıyordum onunla muhabbet etmekten. Tekdüze hayatıma
farklı bir insan girmişti, farklı bir kültür, farklı bir anlayış. Yani farklılık gelmişti…
Magrib Enstitü olarak bu sonsuz emek ve duyarlılık ile
yürütülmüş Dom belgeseli için tebrikler ve Zanîngeh adına bu röportajı
verdiğinizi için teşekkürler… Çalışmalarınızın devamına…
YORUM YAZIN