Header Ads

Şamanlar Diyarı Ya Da Bu Diyar...

- yazı: ALTAY ÖKTEM -
Eğri oturup doğru konuşalım; Şamanlar Diyarı denildiğinde, ben yeryüzünün çok büyük bir kısmını anlıyorum. Çünkü her ne kadar Şamanizme karşı topyekun bir yok etme politikası izlenmiş ve bu kültür tamamen yeryüzünden silinmeye çalışılmışsa da, bu konuda büyük bir başarı elde edebildiklerini söyleyemeyiz. Şaman gelenekleri ve bu kültürün izleri insanlık tarihine öylesine kalın harflerle kazınmış ki, hem Anadolu topraklarında, hem Avrupa'nın büyük kesiminde, hem de Amerika kıtasında Şamanizmin etkisi hala sürmekte. Toltekler, Aztekler, Maya, İnka, hatta Göktürk Türklerinin yarattıkları uygarlıklar, doğrudan şaman uygarlıkları aslında.
 
Fantastik edebiyatın Türkiye'deki usta kalemi Barış Müstecaplıoğlu'nun kendi kurduğu fantastik dünyaya Şamanları da dahil etmesi tesadüf değil. Gerçi fantastik dünya dediğimiz şey, hepinizin tahmin ettiği gibi bu dünyanın izdüşümü. (Zaten her fantastik dünya öyle değil midir?) Ortak bir hükümdarlık altında, barış içinde yaşanan Delkarna'da, yine tahmin edebileceğiniz gibi barış çok uzun soluklu olamamış; sonunda birileri çıkıp Delkarlar'ı gerçek halk ilan edip Nasralar'ın kökünü kazımaya soyunmuş. (Zaten gerçek dünyada da hep böyle olmuyor mu?) Nasraköyleri içindekilerle birlikte yakılmaya, Nasralar'a sistematik bir soykırım programı uygulanmaya başlanmış. 

Bu esnada, gerçek dünyada yok edilmeye çalışılan Şamanlar, Müstecaplıoğlu'nun kurduğu fantastik dünyada da yok edilmeye çalışılıyor. Nasralar'a katliam uygulayanlar, kurdukları Zincir örgütüyle Şamanların da kökünü kazımaya çalışıyor. Peki, ne alıp veremedikleri var Şamanlarla? Şamanlar neden bu kara düşüncelerin hayata geçmesi anlamında ayak bağı oluyorlar? Şundan: Dans ederek tanrıların katına çıkabilen Şamanlar, insanların kulağına Kadim Diyar'a ilişkin masallar fısıldıyor, herkesin eşit, hatta aynı olduğu bir dünyaya ait hikayeler anlatıyorlar. 

Şimdi, bu dünya size tanıdık geldiyse, bunun neresi fantastik, diyeceksiniz? Tamam, insanların dış görüntüsü biraz değişik, ülkelerin, bölgelerin, dağların, denizlerin adları farklı ama yaşananlar, bizim dünyamızda yaşananlarla tıpatıp aynı! Fantastik edebiyatın püf noktası bu işte: Bizim gerçekliğimizi, başka bir gerçeklikmiş gibi göstererek yüzümüze vurması! 

YENİ BİR BAŞLANGIÇ SUNAN EDEBİYAT
Müstecaplıoğlu'nun sık sık dile getirdiği gibi, fantastik edebiyat, işte tam da bu yüzden çok büyük bir imkan tanıyor bize. Başka bir dünya, başka bir evren, başka insanlar, başka canlılar yaratıyoruz ama onların ilişkileri, hırsları, aşkları, iktidar mücadeleleri, politik duruşları, inançları, bir anlamda bizim yaşadıklarımıza da ayna tutuyor. Hem de büyük bir avantaj sağlayarak! Onlar bizden biri olmadığı, o dünyanın da bizimkiyle uzaktan yakından ilişkisi olmadığı için tüm yaşananlara uzaktan bakabilme, olan biteni, duygusallığı, dini, toplumsal yapıyı, milliyeti bir tarafa bırakarak değerlendirebilme şansı tanıyor okura. 
 
Daha açık söyleyelim: Fantastik edebiyat, bütün kimliklerimizden arınıp çırılçıplak kalmamız, olan biten her şeyi sadece insani bir gözle değerlendirmemiz için bir fırsat veriyor bize. Eğer bu fırsatı değerlendirebilirsek, kendi dünyamızın tarihine de bu gözle bakabilir, iktidar hırsıyla ya da politik, dini çıkarlar uğruna neler yapıldığını, barışın ve insanca yaşama ihtimalinin her seferinde nasıl yok edildiğini apaçık görebiliriz. Bu sayede, gözbebekleri beyaz olan Nasralılar'ın, büyüyle gözbebeklerini koyulaştırıp kendilerine yaşam şansı bulma çabalarını çok iyi anlarız belki. Bir insanın diğerini sadece gözbebeğinin rengi kendisininkinden farklı diye niye yok etmeye çalıştığını da sorgularsak, farkında olmadan kendi tarihimizi ve ön yargılarımızı da sorgulamaya başlarız. Her başlangıç gibi, bu başlangıç da iyidir. O zaman şunu da söyleyebiliriz: İnsana yeni bir başlangıç sunabilen her edebiyat iyidir, fantastik dahil!

DÜNYAYA TAŞAN AĞAÇ
'Belki de evler toprağın sürdüğü insana inmiş taşbaskısı kitap / duvarlarına günde beş kere inanmazsa cehennemi yalnızlık olan' diyen, genç şiirin belki de en 'atak' şairlerinden Halil İbrahim Özbay'ın sözünü ettiği dünya, her nedense bana bu fantastik ülkeyi, Şamanlar Diyarı'nın Koledion'unu hatırlattı. Kuşların ağzından çalınan sözler, evleri yağmura değen şehirler, hasıraltı edilen ölüler, ekmeğe geçen buğday gürültüsü, ağacın yokuşundan düşen insanlar ve hepsinden önemlisi 'henüz sen yapraklarından dünyaya taşmış bir ağaç görmedin' dizesi... Halil İbrahim Özbay'ın 'Elmanın İlk Anlamı' adlı şiir kitabı, hayatın karanlık yüzünü ve buna karşı hala ve her koşulda mücadele etmeye çalışan insanların doğayla ve 'doğal olan'la ilişkisini anlatıyor aslında. Nasralılar'ı katledenlerin, ya da bizim dünyamızda, tarih boyunca sadece kendilerinden farklı oldukları için başkalarını gözünü kırpmadan katledenlerin asla görmedikleri, göremedikleri şey, hem Koledion'un, hem de bizim yaşlı dünyamızın yapraklarından dünyaya taşan ağaçlarla dolu olduğudur. Şamanların, neden her iki dünyada da lanetli olduklarını daha iyi anlarız böylece: Çünkü onlar, gerektiğinde duman büyüsüyle kuşa, Nazkor ayısına, arıya ve kartala dönüşme gücüne sahiptirler ve doğadan geldiklerinin, doğanın bir parçası olduklarının farkındadırlar. O yüzden de yaprağın ve ağacın gizini bilirler. 

Ya da Özbay'ın Düş ve Boşluk adlı şiirinde söylediği gibi;

'ölmek bazen iyi gelir yaşanmaktan yorulmuş bir şehrin/ nefesi giderek daralan sokaklarına oysa kendi ayağına yığılıp kalmak/ gövdesinden tanrıya koparılmış gül kini oysa henüz toprağına acemi bir ölü/ üstünde köpürüp duran yolu en yakın limana düşürür çünkü orada hayat/ yırtık yelkenler ve amfora: gözleri bedeninde batan bir kaptan için/ matematik ve devlet çoktan tedavülden kalkmış hakikattir/ haritada bir daha geçmemek üzere...' Yaratılan bir dünya, hem gerçeğin, hem de fantazyanın ortak alanı ve bir anlamda kesişim noktasıdır bana kalırsa.

Şamanlar Diyarı
Barış Müstecaplıoğlu
İthaki Yayınları
294 sayfa

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.