Header Ads

Biyokapital: Küresel Teknoloji İle Küresel Teknolojinin Evliliği

- yazı: NAZİFE ŞİŞMAN -
Geçtiğimiz haftalarda bedenin sahibi devlet mi, birey mi sorusunda yoğunlaşan kürtaj tartışmaları gündemi meşgul etti. Meseleye dini açıdan bakanlar “haram, cinayet” kavramlarıyla, kadın hakları açısından bakanlar “bedenim benimdir” klişesiyle, liberal siyaset taraftarları “muhafazakar otoriterlik” endişesiyle katıldılar kamuoyu önünde yürütülen kalabalık ve gürültülü tartışmaya. Ahlak, hukuk, özgürlük... Pek çok boyutuna işaret edenler oldu. Bazıları ise, “bu tıbbi bir mesele, her önüne gelen konuşuyor” itirazını dile getirdi. Peki tıbbi bir mesele salt tıbbi bir mesele midir?

Bu sorudan başlayarak daha geniş bir sorgulamaya niyet ettiğimizde, karşımıza tıp teknolojisi ve ekonomi arasındaki bağlantı çıkıyor. Ama bu bağlantı, sadece “doktorlar çok para kazanmak istiyor” düzleminde bir bağlantı değil. İlaç şirketleri neden yıllar sonra geri dönüşümü olacak bir alana, mesela gen araştırmalarına yatırım yapıyor? Kanserin tedavisi bulundu ama eski ilaç tedavisi daha karlı olduğu için yenisi piyasaya sürülmüyor şeklindeki iddialar bir şehir efsanesi mi? Yoksa bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz üretilmiş virüsler ve aşılar üzerinden yürütülen iktisadi savaş bir gerçek mi?

Bu soruların şehir efsanesi düzeyinde kalmaması için meseleye hem etnografik hem de teorik çerçeveden yaklaşmak gerekiyor. İşte bu iki açıdan da güçlü değerlendirmelere sahip bir kitap yayınlandı yakınlarda. Kausnik Sunder Rajan, Biyokapital adlı kitabında yeni biyoteknolojileri (somatik ve psikosomatik ilaçlar, genetik araştırmalar, yapay organlar, protezler, hayatı uzatmaya yönelik stratejiler vb.) küresel ekonomi ile bağlantılı bir şekilde anlamamız gerektiğine işaret ediyor.

BİYOTEKNOLOJİ KAPİTALİZME Mİ ÇALIŞIYOR?

Esasında biyoteknoloji sadece bilim ve teknoloji uzmanlarını ilgilendiren “bilimsel” bir konu değil. Bu meseleleri daha büyük bir toplumsal ve kültürel çerçeveye yerleştirerek ele almamız gerekir. Zira toplumsal ile bilimsel olan karşılıklı olarak birbirini inşa eder. O zaman yeni bilgi üretimleri, teknolojik buluşlar ve kapitalizmin yeni biçimleri arasında önemli bağlantılar olduğunu söylemeliyiz öncelikle. 

İlaç endüstrisi, biyoteknolojik ve genetik araştırmalar da küresel kapitalizmin kendini tesis ettiği dönemin içinde örgütleniyor. Spekülatif stratejiler ve pazarın küreselleşmesi başta olmak üzere geç kapitalizmin zemininde üretilip pazarlanıyor, virüsler, aşılar, tanı ve tedavi yöntemleri vs. Bu nedenle insan hayatının temelleri, yaşaması ve ölümü ile ilgili olduğunu düşündüğümüz bilgiler metalaşıyor. Yani beden, sağlık, hastalık, doğum, ölüm gibi meseleler tamamen küresel iktisadi yapının dinamikleri tarafından, büyük küresel şirketler tarafından yönetiliyor. İnsan organları ve dokuları başta olmak üzere biyolojik unsurlar kişilerarası, coğrafi ve finansal bir dolaşımın nesnesi haline geldi.

Kaushik Sunder Rajan’ın Türkçe’ye yeni tercüme edilen çalışması Biokapital, işte tüm bu gelişmeleri hem etnografik olarak gözler önüne seriyor hem de konuya teorik bir derinlik kazandırıyor. ABD ve Hindistan’daki ilaç geliştirme piyasasını ve genomik araştırmaları beş yıl boyunca (199-2004) gözlemleyen Rajan, çağdaş biyoteknolojilerin ancak içinde geliştiği ekonomik piyasalarla bağlantılı bir şekilde anlaşılması gerektiğini söylüyor.
Hatta ona göre çağdaş dünya adeta biyoteknoloji ile yeni küresel pazar arasındaki evliliğin bir sonucu. Rajan bu küresel pazara “tekno-bilimsel kapitalizm” diyerek esasında sadece kapitalizmin teknoloji ve bilimin alanını etkilemediğini, yeni teknolojinin ve bilimin de kapitalizme yeni bir çehre kazandırdığını vurgulamış oluyor.

İNSAN DA MI METALAŞTI?

Marksist teorinin “artık değer” kavramı ile Foucault’un “biyopolitik” nosyonunu bir arada kullanan Rajan, son otuz yılda yaşam bilimlerinin hem ekonomik hem de epistemik değerin önemli bir üreticisi haline geldiğine işaret ediyor. Belki de bu derin teorik zemin sebebiyle “Siborg Manifestosu”nu yazan Donna Harraway, Biyokapital’i heyecanla okuduğunu, hem de Marx’ın Kapital’ini ve Foucault’un Cinselliğin Tarihi’ni okurken hissettiği entelektüel ve kişisel heyecanın aynısını tecrübe ettiğini söylüyor.

İnsanın biyolojik hammaddesinin metalaşmasını ele alan çarpıcı çalışmalar daha önce de yapılmıştı. Mesela Nancy Scheper-Huges, organ nakli haritasının, genel sömürü haritasını takip ettiğini gözler önüne sermişti Commodifying Bodies (2003) adlı çalışmasında. Fakat Biyokapital, biyoteknoloji endüstrisinin ekonomik mantığını ve tarihçesini bu denli derinlemesine ele alan neredeyse ilk çalışma. Moleküler biyolojideki gelişmelerin nanoteknoloji ile işbirliği yapmasına, bilgisayar teknolojisinin insan genomunun şifresinin çözülmesine zemin hazırlamasına çok normal, sıradan bir şey gibi yaklaşıldı hep. Özellikle insan genom projesi, bilimsel sınırların fedakar bilim adamları tarafından nasıl da zorlandığını gösteren bir medyatik olay olarak sergilenmişti iki binli yılların başında.

KÜRTAJI TARTIŞMAK İŞİN KOLAYI

Halbuki biyoteknoloji ile küresel ekonomi arasındaki ilişki daha derin ve çok boyutlu. Mesela “Vaat ve Fetiş” adlı bölümde Rajan, biyokapitalizmdeki hayatın nasıl da umut ve sağlıklı bir gelecek vadeden bir “iş planı”na benzediğinden bahsediyor. Özellikle de zengin hastalar/müşteriler için. Bu mantık tabii ki bir de bu grubun mukabilini, yani “denek tebalar” topluluğunu ortaya çıkarıyor. Çünkü biyokapitalizmin, riskleri üstlenen ama bu sistemin hayat-uzatan nimetlerinden yararlanması söz konusu olmayan deneklere ihtiyacı var.

Rajan alan araştırmasını Haydarabad’da yaptı. Hükümetin Batılı araştırma projelerini cezbetmeyi hedeflediği “araştırma parkları”nda. Vatandaşların hükümet eliyle denek olmaya teşvik edildiği Hindistan’da. Peki Rajan’ın biyokapital dediği şey Hindistanlı bir imalat işçisinin hayatını nasıl etkiler mesela? Cevap basit esasında. Neoliberal reformlar sonucu işini kaybeden işçiye açılan yeni kapı, Mumbai hastanesinde ücretli denek olmaktır.

İlaç endüstrisinin, dünyanın kıyısında kalanları “gönüllü” denekler olarak kullandığına dair bilgiler sansasyonel gazete haberlerinin ötesine geçmiş durumda. Çeşitli tıp dergilerinde bile rastlıyoruz bu konudaki “hukuksuz ve etik olmayan denemeler”in varlığına dair yazılara. Ama bu tür ahlaki eleştiriler resmin tamamını vermiyor esasında. Hindistan’daki, ya da başka üçüncü dünya ülkelerindeki denek kullanımı “hukuki ve etik” hale getirilse bile, bu ilişki ağının yapısı bizatihi bir sömürü özelliği göstermeye devam edecektir. İşte bu sebeple Rajan meseleye biyokapital gibi, Marks’ın “artık değer” kavramından mülhem “artık sağlık” gibi yeni geliştirilen terimlerin ışığında bakılması gerektiğini söylüyor. Foucault’un biyopolitik kavramını da ulus devlet düzeyinden küresel piyasa düzeyine çıkaran bir analiz yapıyor.

Foucault’un biyopolitik ile asıl meselesi, devletin siyasi hesapları olan bir unsur olarak devrede olmasıydı ve onun bu mesele edinişi devletin, modernliğin tanımlayıcı ve otoriter bir kurumu olarak artan rolü ile uyumlu idi. Biz daha büyük yönetişimsel birlikteliklere doğru tarihi bir geçişin yaşandığı farklı bir dönemi tecrübe ediyoruz. WHO gibi organizasyonlarla hukuki standartlar belirleniyor, medyatik söylencelerle pazar oluşturuluyor, uluslararası tıp endüstrisi tarafından hastalıklar icat ediliyor, ilaç şirketleri bağışıklık sistemini çökertme pahasına “hastalar”ı kendine bağımlı hale getiriyor, bazıları fişe takılı “uzatmalı bir ölüm”ü yaşarken, bazılarının salgınlarla ölmesi hedefleniyor.
Tüm dünyada, bu konulardaki normatif tartışma süreçlerini ezip geçen hızlı bir gelişme yaşanıyor. Çünkü biyogenetik araştırmalar, yatırımcının kâr güdüsüyle ve ulusal hükümetlerin başarı hırslarıyla kol kola gidiyor.

Tüm bunların uluslar-üstü düzeyde vuku bulması, devletin rolünün azaldığı anlamına gelmiyor, sadece devletin rolünün değiştiği bir durum söz konusu. Devletin kadın bedenine müdahalesine kürtaj üzerinden dikkat çekmek kolay belki. Ama yeni “tıbbi turizm”i, -mesela Türkiye’nin organ nakli merkezi olma hedefini-, küresel sermayenin hedefleri açısından tartışabilmek üzere, en azından bazılarının, bu konulara emek verip düşünce işçiliği yapması gerekiyor.

*stargazete.com

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.