Header Ads

Bazı Şeyler Hiç Değişmiyor!..

- yazı: AYCA YILMAZ -
Hiç kuşkusuz, son dönemde en çok tartışılan konulardan biri, mevcut iktidar altında medyada yaşanan yeniden şekillenme süreci… Gazetelerdeki köşelerinden ya da televizyon ekranlarından iktidara muhalefet eden popüler isimler, birer birer gözümüzün önünden kayboluyor. Elbette her dönemin kendine özgü “ileri demokrasi” standartları vardır ve büyüklerimizin bugün bize reva gördüğü, bol gelmeyeceğini düşündükleri “demokrasi” bu kadardır. Orasını biz takdir edemeyiz…

Öyle görünüyor ki, bugün yaşananlar, tarihimizle bugüne aktarılan bir gelenek. Türk basın tarihinde müstesna bir yer tutan Ahmet İhsan Tokgöz’ün anlatımına bakılırsa, matbuatın gelişmeye başladığı II. Abdülhamid döneminde de gayet etkili uygulamalar varmış: 

“Karasinekler, çıkan eserler hakkında jurnaller vermeye başladıklarından, onların saçtıkları mikroplar yüzünden ikide bir Maarif Nezareti’ne ‘Dikkat ve ihtimam, eserlerin muayenesine (denetimine) itina’ emirleri geliyordu. Nihayet üyeler arasına en meşhur jurnalcilerden Salâhî ilave olundu. Salâhî, Encümen-i Teftiş ve Muayene’ningüya ‘salâh’ına (iyileşmesine) bakacaktı ve mutlaka göze girmesi lazımdı. ‘Teveccühât-ı maâli-i gâyât-ı veliyyün-niami’yi (Şeyhülislam’ın yüce amaçlarından nasiplenmeyi) sağlamalıydı. Hatıratımın bir başka yerinde ayrıntılarını ayrıca anlatacağım bir olayı bu adam yarattı. Muhterem kardeşim Ahmet Rasim’le beraber bir akşam yakalanıp Zaptiye Nezareti’ne götürüldük ve ayrı ayrı sorguya çekildik, iki gün sonar salıverildik. Nihayet Salâhî’nin verdiği bir raporla, mecmuaların Encümen’de denetlenmesinde sakıncalar olduğu anlatılmış olacak ki, günün birinde padişah buyruğu geldi. Mecmuaların tümünün denetimi Maarif Nezareti’nden alındktan başka, Maarif’in verdiği mecmua ruhsatları da kaldırıldı. Böylelikle ilmi, edebi yayınlar baltalandı; artık mecmua çıkarmak mümkün değildi. Dahiliye Nezareti’ne giderek haftalık mecmua imtiyazı almak lazımdı. Bunun için uzun muameleler ve sonunda mutlaka padişah buyruğu elde edilmesi zorunluydu. Yani Türk aydınlanma hareketi, 1888’de müthiş bir surette geriye çevrilmişti.” 

Ahmet İhsan Tokgöz, “mütareke” dönemi gibi zorunlu durumlar dışında neredeyse yarım yüzyıl boyunca aralıksız çıkardığı Servet-i Fünun’la Türk basın tarihinin en önemli isimlerinden biri haline geldi ve onun kaleme aldığı “anılar” hiç kuşkusuz bir dönemi ve o dönemin içinde Türk basınının gelişimini anlamak açısından zengin bir kaynak… Lakin sanırım siyasi dersler ağır basıyor. Meşrutiyet’in ilanından sonra, İttihatçıların yanılsamaları üzerine bir ders mahiyetinde yazılan satırlar, belki bugün ABD ve Avrupa Birliği ’nin Türkiye ’ye yaklaşımını anlamak için de kullanılabilir: 

“Biz o zaman sanıyorduk ki Avrupa devletlerinin bize gösterdiği düşmanlık bizim ortaçağ tarzında yaşayışımızdan çıkar, idaremizin bozukluğundan ve saray ile Babıâli’nin köhne düşüncelerinden doğar. Son asırda başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın emperyalist devletleri, Türklük hakkında durmadan dinlenmeden yayınlarda bulundular. Ünlü Gladstone, İngiliz parlamentosunda eline Kran’ı alıp, ‘ Türkiye bu kitapla yürüdükçe medeniyete zarar verir’ demist. Bu sözl güya adliyemizin ve toplumsal hayatımızın medeniyetle uyuşmayacağını anlatmıştı. Ve biz gençler, yanlış görüş, yanlış inanışla, ona hak vermiştik. Halbuki Gladstone, emperyalist siyasetine Müslümanların mukaddes kitabını alet etmişti.Türkiye ’de Hıristiyan öldürülüyor diye çıkarılan gürültüler de bu türdendi. İnsaniyet ve medeniyet koruyuculuğu yapar görünüp zayıf Osmanlı Devleti’ni parçalamaktan başka düşündükleri yoktu. Oysa emperyalistlerin öldürülmüş Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudilere acıdıkları yoktu…”

İlk resmi eserlerde onun imzası var
“Edebiyat-ı Cedide” olarak da anılan “Servet-i Fünun Edebiyatı”, adını Ahmet İhsan Tokgöz’ün (1868-1942) ısrarla yayınladığı dergiden alıyor. Sadece bu bile, Ahmet İhsan Bey’in Türk basın tarihindeki yerini anlatabilir. Ama iş bu kadarla sınırlı değil… 1891’de yayınlamaya başladığı Servet-i Fünun’un yanı sıra, mesela Jules Verne’i Türkçeye ilk kazandıran çevirmen olduğunu belirtmekte fayda var. Ahmet İhsan Bey, ayrıca matbaada teknik yenilikler getirerek basımcılığın gelişmesine de öncülük etmiş, yayın hayatına ilk resimli eserleri kazandırmış. 

İşin edebi yanı zaten konuyla ilgili herkesin malumudur. Ahmet İhsan Bey’in Servet-i Fünun’u, Recaizade Mahmud Ekrem, Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Refik Halit Karay, Ahmet Rasim gibi isimlerin kendilerini ifade ettikleri bir mevzi haline gelmişti. Ahmet İhsan Bey de, yayımcılığın ötesinde, edebiyat alanında derinleşmiş bir kimse. Basılı Osmanlıca eserler ona yetmemiş, Ermeni harfli Türkçeyi öğrenerek o dönem hayli zengin olan bu kaynağı da değerlendirmiş... Aslında Ermeni harfli Türkçenin önemini, Ahmet İhsan Bey’in Mülkiye Mektebi yıllarındaki kitapçılarla ilgili anılarından çıkarabliriz: 

“Mülkiye Mektebi’nde derslerimizi takip ederken, eski Babıâli Yokuşu’nun matbuat hayatıyla son derece ilgilenmiştim. Caddede ‘Esad Efendi Kütüphanesi’ diye tek bir Türk dükkanı vardı. Dükkanın sahibi, hâkimlikte bulunmuş, bilginlerdendi. Abdülhamid çok geçmeden zavallıyı sürgüne gönderdi. Hürriyet’in (II. Meşrutiyet) ilanından sonar dönüp dükkanını açtı ve Basiretçi Ali Efendi’yle birleşti. Fakat ikisinin de ömürleri yetmemişti. Esad Efendi Kütüphanesi’nden başka, kitapçılar Ermeni’ydi. Hepsi kardeş olan Kayseriyeli (Kayserili) Kaspar, Ohannes ve Kirkor’un üç dükkanıyla kitapçı Aleksan ve kitapçı Arakelbunların en meşhurlarıydı. Arakel, yazar ve çevirmenlerden eser alır ve yayıncılık yapardı…” 

Ahmet İhsan Bey’in yayıncı ve edebiyatçı kimliklerinin yanı sıra siyasi bir kimliği de vardı elbette. Abdülhamid sansüründen başlayarak İttihat ve Terakki iktidarına, oradan işgal yıllarına ve cumhuriyete uzanan farklı dönemlerde ayakta kalmayı başarmak için zaman zaman “idare-i maslahatçı” bir görünüm arz etmiş olsa da, genel olarak İttihat ve Terakki üzerinden ilerleyen siyasi çizgiyi takip etmişti; 1907’de, 1908 Devrimi’nin hemen arefesinde İttihat ve Terakki’ye katılan Ahmet İhsan Bey 1912’de Beyoğlu Belediye Başkanlığı görevinde bulunmuş, Cumhuriyet döneminde ise Ordu’dan milletvekili seçilmişti. Cumhuriyet yıllarında merkezi iktidarın ateşli bir savunucusu oldu. Hatta 1931’de hükümetin hazırladığı yeni basın kanunu tasarısının Meclis’e sunulmasından once verilen ve “Bazı gazetelerin izledikleri tehlikeli yön vatandaşların ve vatanın üzerinde bir fikir şakliği yaparak masum ruhları tamamen zehirleyecek mahiyetler almaya başladı” diye başlayan soru önergesinin altında onun da imzası vardı. 

Demek ki, her muhalif akımın muhafazakarlaşma eğilimi de varmış, dahası Abdülhamid devrinin sansürü, değişik biçimler altında bugüne kadar kesintisiz biçimde ulaşmış!..

MATBUAT
HATIRALARIM
(1888-1914)
Ahmet İhsan Tokgöz
Yayına hazırlayan: Alpay Kabacalı
İş Bankası Kültür Yayınları
2012, 414 sayfa, 20 TL.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.