Puşi Davası ve Yeni Hukuk'un Gerçekliği(!)
![]() |
- GÖKSEL ARSLAN - |
Kırmızıgül hakkında hüküm kurulurken “terör örgütü PKK'ya yardım etmek”, “patlayıcı madde bulundurmak” ve “mala zarar vermek” suçlarını işlediğini sabit gören mahkeme, önce 33 yıl 9 ay hapis cezası verdi. Ceza daha sonra indirim maddeleri uygulanarak 11 yıl 3 aya düşürüldü.
2010 yılının Şubat ayında Kağıthane'de yüzleri poşuyla sarılmış kişilerce boş bir markete atılan molotof kokteyli sonrasında, arkadaşının evinden çıkan Kırmızıgül’ün yanına yaklaşan ekip otosundan inen iki kişi, polis olduklarını söyleyerek orada bulunan su kanalına yatırır. Polise göre boynunda sarılı poşu, molotof atma eyleminin suçlusu olması için yeterlidir. Başına silah dayar ve döverler. Gözaltı işlemi ve işkenceli ifade sonrasında hakim karşısına çıkartılır ve tutuklanır. 25 ay tutuklu kaldıktan sonra geçtiğimiz Mart ayında tahliye edilir. Duruşmalar ilerler ve geçen hafta yapılan karar duruşmasında mahkeme heyeti tarafından 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılır.
Heyetin karar metnine göre Cihan Kımızıgül’ün molotof attığına dair kuvvetli kanaat oluşmuştur. Peki o kanaat nasıl oluşmuştur.
Dosyada gizli tanık vardır ve ilk ifadesinde “molotof atan birini gördüm puşiliydi buna benziyordu" der, yoğun kuşku taşıyan beyan kayda geçer. Daha sonra yüzleştirme için duruşma salonuna alınan tanık, "Hayır , gördüğüm bu kişi değildir, bu kişi eylemde değildi" diyerek net bir ifade verir. Heyet duruşmada karşısında verilen net beyanı görmezden gelir ve yoğun kuşku taşıyan ilk beyanı esas alır.
Öte yandan heyet, avukatların çevredeki mobese ve işyeri kameralarının ayrıca cep telefonu görüşme kayıtlarının incelenmesi talebini ret eder. Oysa talep kabul edilse Cihan’ın olay mahallinde olup olmadığı tespit edilebilecektir. Dosyanın esasıyla ilgili bir delil ortaya çıkmış olacaktır.
Şu da var ki, heyet Kürtçe bir yılbaşı mesajına dayanarak “kendisi terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüte sempati duyduğu” şeklinde bir çıkarım yapar ve böylece “PKK' ya yardım ve yataklık ettiği” ne kanaat getirir.
Dolayısıyla yalnızca ve yalnızca Kürtçe yılbaşı mesajı, doktor raporlarıyla sabit işkence altında alınan polis ifadesi ve boynundaki poşuya dayanarak hüküm kurulur.
Ne var ki, dava dosyasında heyetin “PKK terör örgütü”nü tespit ederken kullandığı yol ve yöntemler klasik hukuka aykırı ve oldukça tuhaf. Davada savunma adeta yok sayılır, akıl yürütmelere dayalı, gerçeklikten çok ihtimaller üzerinde duran esnek yaklaşım dikkat çeker . Olayın esasıyla ilgili elle tutulur gerçekçi deliller yerine formel, güvenlik bürokrasisinin kanaatlerine uygun, genel geçer küçük ayrıntılar mercek altına alınır. Daha birçok klasik hukuka aykırı uygulamanın görüldüğü davada tahliyeden sonra şaşırtıcı bir hızla karar verilir. Lakin şu söylenebilir, görülen tuhaflıklar yeni ve davaya özgü değil tersine son dönemde hemen her politik davada görülen uygulamalar.
Aslında Cihan Kırmızıgül davası, sonuçlarını çarpıcı şekilde yaşamaya başladığımız “yeni hukuk”, üzerindeki sis perdesini aralayan sembol davalardan biri.
“Yeni Hukuk”, Clausewitz’ in deyişiyle, politikanın başka araçlarla sürdürülmesi fonksiyonuna uygun olarak inşa edildi. Kanunlar, savcılık soruşturması, yargılama faaliyeti kısaca hukuk, stratejik politikanın uygulanmasında konvansiyonel araçlardan biri. Hatta yalnızca ceza alanı değil hukuki yapının bütününü kapsayan “yeni hukuk”, yargının tepe noktasındaki bürokratlar tarafından da dillendirildi.*
12 Eylül darbesinden bu yana yeniden inşa süreci yaşayan devlet, bütün aygıtlarıyla ve şüphesiz hukuk aygıtıyla artık “acemilik” dönemini geride bırakarak “ustalık” dönemine girdi. 21. Yüzyılın stratejik odakları neoliberalizm ve güvenlik, hukukun asli paradigmalarını oluşturdu.
Neoliberal uygulamalar, devletin baskı ve zor aygıtları ve bu aygıtların yasal yetki alanlarını olabildiğince geniş tutan hukuki düzenlemeler olmadan imkansız. Nitekim güvenlik odaklı hukuk neoliberalizmin olmazsa olmazı.
Dolayısıyla “yeni hukuk” da güvenlik paradigması merkezi bir yer işgal etti. Güvenlik algısı içine dahil edilen hiçbir toplumsal örgütlenmeye, kişiye hukuk alanı dahil, kamusal alanda özne olma izni verilmedi. Kişi, nesne olarak üzerinde çeşitli uygulamalar yapılabilecek sürecin bir parçası oldu. Yargılama sürecinde kişiye nesne olarak hukuk aygıtının bir parçası olma niteliğinin dışında çok fazla önem atfedilmedi.
“Yeni Hukuk” un çarpıcı yanlarından en önemlisi sanığın masumiyet karinesi hakkına sahip olmaması. Suç iddia ile oluşur. Suçsuzluğunu ispat etmek sanığa düşer. Ne yazık ki sanık sürecin nesnesi olduğundan suçsuzluğunu da ispat edecek araçlardan yoksundur. Devletin yargılama faaliyeti gösterisinin parçası olarak duruşma salonunda bulunması yeterlidir.
Yargılama faaliyeti, sosyal çatışmaların mecburi kıldığı esnemelere uyar, güvenlik ihtiyacına göre hareket eder, halk üzerindeki basıncını devamlı değişken tutarak kimi zaman “ adaletin” yerini bulduğu hissiyatına yol açar ve yürütmeyle birlikte inorganik bütünsel bir yapı oluşturur.
Hal böyle iken Cihan Kırmızıgül davası bir kez daha gösterdi ki, bu toprakların muhalifi bir yüzyıl önceki hukuk aleminde yaşar. Klasik burjuva hukuku prensiplerini halen geçerli, yargılama faaliyetinde “evrensel kurallar” ın uygulanabileceğini düşünür.
Oysa 1800 ‘lü yılların Orta Avrupa’sında sınıf mücadelesi zirvedeyken oluşmaya başlayan klasik burjuva hukuku, “kuvvetler ayrılığı”, “masumiyet karinesi”, “savunmanın kutsallığı” gibi prensipleriyle birlikte ne yazık ki artık buharlaştı. Nitekim diğer birçok davada olduğu gibi sembol davalarda da klasik burjuva hukukunun argümanları ve prensipleri hiçbir şekilde dikkate alınmaz. Çünkü “Yeni Hukuk” klasik burjuva hukukunun yerini aldı. Yargı, yürütme benzeri bir kurum olarak yeniden inşa edildi ve merkezi otoritenin politik hedeflerine bağımlı kılındı. Üstelik bu durum geçici, dönemsel, istisnai, “kötü hükümet” “kötü yargı” meselesi değil. Tersine, yerleşik, kalıcı, yapısal ve sistemin temel hukuki doktrini.
Dolayısıyla davalar sırasında klasik burjuva hukuku dönemine ait beklentilerimiz “yeni hukuk”un steril ve tuhaf duvarlarına çarparak tuz buz olur, politik davalardaki inanılmaz çaba ve fedakarlık ne yazık ki karşılığını bulamaz.
Daha önce bu sayfada söyleneni tekrar etme pahasına altını bir kez daha çizmek istersem karşımızda duran neoliberal güvenlik devleti ve “yeni hukuk”u budur. Buradan “demokrasi”ye veya “demokratik devlet”e veya “hukuk devleti”ne gitme veya “klasik burjuva hukuku”na dönme imkanı yoktur. Daha da ötesi bu kavramların 21.yüzyıl kapitalizminde tarihsel ve pratik olarak geçerliliği yoktur.
Hopa’lıların, KCK’lıların nice sosyalist, gazeteci ve yazarın davalarındaki “evrensel hukuk” gerçekliği, Cihan Kırmızıgül’ün dosyasında “PKK terör örgütünü” bulan ancak Dink davasında her ne hikmetse“örgüt” bulamayan heyetin “evrensel hukuk” gerçekliği kadardır. Ya da “yeni hukuk”un gerçekliği kadardır.
*[Geçen hafta Danıştay'ın 144. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla TBMM'de verilen kokteyle katılan Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu’ ya nükleer santrallere ilişkin bir soru soruldu. Karakullukçu cevaben ”Ne varsa durduruyoruz. Yok, durdurma yok artık. İlerleme var. Ben espri yapıyorum siz ciddiye alıp yazıyorsunuz. Devletin, milletin lehine ne varsa yapılacak. Bunun lamı cimi yok. Öyle bir şey mi var? Onu durdur, bunu durdur” açıklamasını yaptı. Başkanın espri yapıp yapmadığını bilemeyiz fakat yargının tepe bürokratlarından biri olarak tam da bu noktayı başka deyişle hukuki yeniden inşayı işaret ettiğini biliyoruz.]
*[Geçen hafta Danıştay'ın 144. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla TBMM'de verilen kokteyle katılan Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu’ ya nükleer santrallere ilişkin bir soru soruldu. Karakullukçu cevaben ”Ne varsa durduruyoruz. Yok, durdurma yok artık. İlerleme var. Ben espri yapıyorum siz ciddiye alıp yazıyorsunuz. Devletin, milletin lehine ne varsa yapılacak. Bunun lamı cimi yok. Öyle bir şey mi var? Onu durdur, bunu durdur” açıklamasını yaptı. Başkanın espri yapıp yapmadığını bilemeyiz fakat yargının tepe bürokratlarından biri olarak tam da bu noktayı başka deyişle hukuki yeniden inşayı işaret ettiğini biliyoruz.]
YORUM YAZIN