Esra Arsan: Gazeteciler Artık Tutuklanarak Öldürülüyor!
Yeni Akit gazetesi, Esra Arsan’ın dün ANF’ye verdiği söyleşi üzerine “Üniversitede bir PKK yandaşı” “Öğretim üyesinden PKK dili" başlıklarıyla Arsan'ı hedef gösteren bir haber yaptı. Bunun üzerine Arsan, Twitter ’dan yaptığı açıklama ile Yeni Akit gazetesine bu haberinden dolayı dava açacağını açıkladı.
Doç. Dr. Esra Arsan’ın Twitter’dan yaptığı açıklama şöyle:
“Yalancı, iftiracı, çarpıtıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı söylem üstadı “Yeni Akit “ gazetemsi oluşumundan hakkımda yeni yalan! Kendilerini gazeteci sanan yalancı soytarılar hakkımda bu iftira haberi yayımlamış. Yeni Akit’in hakkımda yazdığı haberde kullandığı dil ve söylem KCK iddianamesi gibi ötekileştirici ve yanlış ifadelerle dolu.
Ben hayatım boyunca düşünce ve ifade özgürlüğünü savundum. ama hiç üniversitede başörtüsü yasağını savunmadım. hiç utanmıyor bunlar! Ayrıca, ben hiç yasakçı bir üniversitede çalışmadım. çalıştığım kurum her türlü inanç ve düşünce özgürlüğüne saygı duyan bir kurum. Yeni Akit’e tazminat davası açacağım.”
Bu gelişmeler sonrasında Bilgi Üniversitesi'nin Doç Dr. Esra Arsan'a 1 Temmuz'dan itibaren üniversiteden ilişiğinin kesileceğini ilettiği öğrenildi.
Doç. Dr. Esra Arsan’ın Twitter’dan yaptığı açıklama şöyle:
“Yalancı, iftiracı, çarpıtıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı söylem üstadı “Yeni Akit “ gazetemsi oluşumundan hakkımda yeni yalan! Kendilerini gazeteci sanan yalancı soytarılar hakkımda bu iftira haberi yayımlamış. Yeni Akit’in hakkımda yazdığı haberde kullandığı dil ve söylem KCK iddianamesi gibi ötekileştirici ve yanlış ifadelerle dolu.
Ben hayatım boyunca düşünce ve ifade özgürlüğünü savundum. ama hiç üniversitede başörtüsü yasağını savunmadım. hiç utanmıyor bunlar! Ayrıca, ben hiç yasakçı bir üniversitede çalışmadım. çalıştığım kurum her türlü inanç ve düşünce özgürlüğüne saygı duyan bir kurum. Yeni Akit’e tazminat davası açacağım.”
Bu gelişmeler sonrasında Bilgi Üniversitesi'nin Doç Dr. Esra Arsan'a 1 Temmuz'dan itibaren üniversiteden ilişiğinin kesileceğini ilettiği öğrenildi.
Doç. Dr. Esra Arsan'ın ANF'ye verdiği röportajın tamamı işe şöyle;
Bilgi Üniversitesi Medya İletişim Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esra Arsan, 'KCK', Ergenekon, Devrimci Karargah gibi önemli ve hassas dava süreçlerinde gerçekleşen tutuklamaların anayasa, TCK, basın yasası ve Türkiye’nin imzaladığı pek çok uluslararası sözleşmeye aykırı olarak yapıldığını belirtti.
"Ülkemizde demokrasi, insan hakları, basın ve ifade özgürlüğü önünde Demokles’in kılıcı gibi dikilen Terörle Mücadele Kanunu kullanılarak, muhalif, alternatif, eleştirel gazeteciler, düşünürler, akademisyenler ve üniversite öğrencileri hapse atılıyor" tespitini yapan Doç. Dr. Esra Arsan, tutuklamalar için gerekçe gösterilen 'suç unsurları'nın ise 'haber yazmak, basın toplantısı izlemek, yasal siyasi parti mitinglerine katılmak, protesto gösterilerinde yürümek veya yasal parti akademilerinde ders vermek'le sınırlı olduğunu belirtti.
İddianamede bu örneklerden yola çıkarak hareket edildiğini ve dolayısıyla suç teşkil etmeyen faaliyetleri nedeniyle gazetecilerin halen tutuklu kaldıklarını belirten Arsan, "Terörle Mücadele Kanunu’nun tutuklama ve gözaltılara yetmediği durumlarda ise, 'sehven' uydurulan asılsız delillerle insanların çok uzun süren dava süreçleri boyunca hapiste tutuklu kaldıklarını, masumiyetleri ispatlanana kadar yıllarca ilk davalarının görülmesi için özgürlüklerinden alı konulduklarını dehşetle izliyoruz" dedi.
Özellikle iktidarın eleştirisi, devletin yanlış işlerinin gözler önüne serilmesi gibi durumları 'gazetecinin asli görevi' şeklinde tanımlayan Arsan, "Sözgelimi, Pozantı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Kürt çocuklarına devlet işkence ve kötü muamele yapıyor. Bu haber değeri taşır. Çünkü, öncelikle çocukların büyüklerle aynı cezaevlerinde olması yanlış. Bir de devlet bu çocukları koruyamıyor, onlara sahip çıkmıyor. Bu kamu yararı içeren bir haber değeri taşır. Eğer bir gazeteci bunun haberini yaptı diye o gazeteci de hapse atılıyorsa ve 'terörist' damgası yiyorsa, o ülkede çok ciddi bir demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü sorunu var demektir. Biz de bu baskıcı ve yasakçı rejimi yaşıyoruz maalesef" diye konuştu.
'GAZETECİ İSTEDİĞİ YERDE ÇALIŞIR; ÇALIŞTIĞI YAYIN ORGANI ÜZERİNDEN SUÇLANAMAZ'
Doç. Dr. Esra Arsan, gazetecilerin sadece gerçeğe karşı sorumlulukları olduğunu ifade ederek, tutuklu gazetecilerle ilgili iddianamede gazetecilerin çalıştıkları yayın organları üzerinden suçlanmalarını eleştirdi. "Bir gazetecinin sorumluluğu gerçeğe karşıdır. Yazdığı haberin doğruluğu, dengeli oluşu, adil oluşu gazetecinin sorumluluğundadır. Haber doğru değilse, yasalar ve etik gazeteciyi ve çalıştığı kurumu hesap vermeye zorlar" hatırlatmasını yapan Arsan, ekledi: "Ancak, bir gazeteci şu ya da bu ideolojik arka planı temsil eden bir gazetede çalışmaktan dolayı suçlanamaz, ona önyargı ile bakılamaz, marja itilemez, terörist ilan edilemez. Sürmekte olan basın davalarına veya TMK ile ilintili davalara baktığımızda, daha çok Kürt medyası ve sol medyada çalışan gazetecilerin tutuklandığını görüyoruz. Eh, bu gazetecilerin iktidara muhalif olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla, açılan davalar açısından çok sorunlu, ciddi hukuki ihlaller içeren bir tablo ile karşı karşıyayız."
'İNSAN HAYATINI GASP ETMEK DE, CİNAYETTİR'
Doç. Dr. Esra Arsan, AKP Hükümeti'nin anti-demokratik uygulamalarını, gazeteciliğe başladığı ilk yılları örnek göstererek, şöyle değerlendirdi: "Gazeteciliğe başladığım 1980 sonrası ile bugünü kıyasladığımda, darbe döneminin baskıcı, yasakçı zihniyetiyle bugün arasında bir fark göremiyorum. 1980 sonrasında asker karşıtı, Genelkurmay karşıtı yazı yazmak yasaktı. Ama 1983 sonrası hükümetler eleştirilebiliyordu. Belediye ve bürokrasideki yolsuzluklar yazılabiliyordu. Değişen ve dönüşen ekonomik/finansal yaşama ilişkin çok ağır eleştiriler yapılabiliyordu. Hayali ihracat haberlerini ve IMF karşıtı haberleri hatırlayın. Özellikle Bankacılık sisteminin değişmesi ve yeni burjuvazinin oluşma dönemi olan 1980’lerde Turgut Özal’ın eşi Semra Özal için 'Lale Devri' haberleri yapılabiliyordu. Polisin işkenceleri dergilere kapak olabiliyordu. '90’larda ise Genelkurmay’ın baskıcı yasakları nedeniyle Güneydoğu’da yaşanan köy boşaltmalar, faili meçhul cinayetler, adam kaçırmalar, gazeteci öldürmeler haber olamıyordu. Ama, yine de, bunları bir şekilde yazmaya cesaret eden Kürt ve Türk gazeteciler oldu. '90’larda gazeteciler şimdilerde ortaya çıkan derin devlet ilişkileri ve işbirlikleriyle faili meçhul cinayetlere kurban gidiyorlardı. Bugün ise gazetecileri susturmak için hapse atıyorlar; öldürmüyorlar. Ama bir insan hayatını haksız yere uzun süre gasp etmek, rehin almak da bir tür cinayettir aslında. Bu nedenle, ben aslında bugün yaşananları gazetecilik ve gerçeğin yazılabilmesi açılarından çok daha kötü görüyorum. Yolsuzluk yazılamıyor, insan hakları ihlalleri yazılamıyor, iktidarı eleştiren gazeteciler hapse atılıyor ve bunlar yapılırken 'bizim bir amacımız var –ki bu da askeri vesayetten kurtulmak olarak nitelendiriliyor- bu amaç için yer yol mübah' anlayışı güdülüyor. Bence bu noktada amaç, aracı da sonucu da meşru kılmaz. İnsan hayatları ve özgürlükler rehin alınarak yapılan hiçbir girişim olumlu da olamaz."
'TARİH, ANAAKIM MEDYANIN ZAVALLI OLDUĞUNU YAZACAK'
Arsan, Kürt ve muhalif gazetecilerin üzerindeki baskıya, anaakım medyanın ise sessiz kaldığını vurguladı. "Bence tarih bu dönem için anaakım medyanın baskıcı bir korku rejimi ve maddi baskılarla köşeye sıkıştırılmış çok zavallı bir durumda olduğunu yazacak. Ancak, tarih bu duruma karşı kayıtsız kalan, insan hayatları harcanırken, gencecik gazeteciler, öğrenciler hapislerde yatarken sesini çıkartmayan halkımızın kötü bir sınav verdiğini yazacaktır" dedi.
'Anaakım medyadan çok medya tüketicisini suçladığını' kaydeden Arsan, "Bu sessizliğin, iktidarın yanlış işlerinden hiç rahatsız olmayan ve hatta buna göz yumarak çıkar sağlamaya çalışan müşterici siyasetçi-oy veren ilişkisinden büyük hicap duyuyorum" ifadelerini kullandı.
Bilgi Üniversitesi Medya İletişim Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esra Arsan, 'KCK', Ergenekon, Devrimci Karargah gibi önemli ve hassas dava süreçlerinde gerçekleşen tutuklamaların anayasa, TCK, basın yasası ve Türkiye’nin imzaladığı pek çok uluslararası sözleşmeye aykırı olarak yapıldığını belirtti.
"Ülkemizde demokrasi, insan hakları, basın ve ifade özgürlüğü önünde Demokles’in kılıcı gibi dikilen Terörle Mücadele Kanunu kullanılarak, muhalif, alternatif, eleştirel gazeteciler, düşünürler, akademisyenler ve üniversite öğrencileri hapse atılıyor" tespitini yapan Doç. Dr. Esra Arsan, tutuklamalar için gerekçe gösterilen 'suç unsurları'nın ise 'haber yazmak, basın toplantısı izlemek, yasal siyasi parti mitinglerine katılmak, protesto gösterilerinde yürümek veya yasal parti akademilerinde ders vermek'le sınırlı olduğunu belirtti.
İddianamede bu örneklerden yola çıkarak hareket edildiğini ve dolayısıyla suç teşkil etmeyen faaliyetleri nedeniyle gazetecilerin halen tutuklu kaldıklarını belirten Arsan, "Terörle Mücadele Kanunu’nun tutuklama ve gözaltılara yetmediği durumlarda ise, 'sehven' uydurulan asılsız delillerle insanların çok uzun süren dava süreçleri boyunca hapiste tutuklu kaldıklarını, masumiyetleri ispatlanana kadar yıllarca ilk davalarının görülmesi için özgürlüklerinden alı konulduklarını dehşetle izliyoruz" dedi.
Özellikle iktidarın eleştirisi, devletin yanlış işlerinin gözler önüne serilmesi gibi durumları 'gazetecinin asli görevi' şeklinde tanımlayan Arsan, "Sözgelimi, Pozantı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Kürt çocuklarına devlet işkence ve kötü muamele yapıyor. Bu haber değeri taşır. Çünkü, öncelikle çocukların büyüklerle aynı cezaevlerinde olması yanlış. Bir de devlet bu çocukları koruyamıyor, onlara sahip çıkmıyor. Bu kamu yararı içeren bir haber değeri taşır. Eğer bir gazeteci bunun haberini yaptı diye o gazeteci de hapse atılıyorsa ve 'terörist' damgası yiyorsa, o ülkede çok ciddi bir demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü sorunu var demektir. Biz de bu baskıcı ve yasakçı rejimi yaşıyoruz maalesef" diye konuştu.
'GAZETECİ İSTEDİĞİ YERDE ÇALIŞIR; ÇALIŞTIĞI YAYIN ORGANI ÜZERİNDEN SUÇLANAMAZ'
Doç. Dr. Esra Arsan, gazetecilerin sadece gerçeğe karşı sorumlulukları olduğunu ifade ederek, tutuklu gazetecilerle ilgili iddianamede gazetecilerin çalıştıkları yayın organları üzerinden suçlanmalarını eleştirdi. "Bir gazetecinin sorumluluğu gerçeğe karşıdır. Yazdığı haberin doğruluğu, dengeli oluşu, adil oluşu gazetecinin sorumluluğundadır. Haber doğru değilse, yasalar ve etik gazeteciyi ve çalıştığı kurumu hesap vermeye zorlar" hatırlatmasını yapan Arsan, ekledi: "Ancak, bir gazeteci şu ya da bu ideolojik arka planı temsil eden bir gazetede çalışmaktan dolayı suçlanamaz, ona önyargı ile bakılamaz, marja itilemez, terörist ilan edilemez. Sürmekte olan basın davalarına veya TMK ile ilintili davalara baktığımızda, daha çok Kürt medyası ve sol medyada çalışan gazetecilerin tutuklandığını görüyoruz. Eh, bu gazetecilerin iktidara muhalif olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla, açılan davalar açısından çok sorunlu, ciddi hukuki ihlaller içeren bir tablo ile karşı karşıyayız."
'İNSAN HAYATINI GASP ETMEK DE, CİNAYETTİR'
Doç. Dr. Esra Arsan, AKP Hükümeti'nin anti-demokratik uygulamalarını, gazeteciliğe başladığı ilk yılları örnek göstererek, şöyle değerlendirdi: "Gazeteciliğe başladığım 1980 sonrası ile bugünü kıyasladığımda, darbe döneminin baskıcı, yasakçı zihniyetiyle bugün arasında bir fark göremiyorum. 1980 sonrasında asker karşıtı, Genelkurmay karşıtı yazı yazmak yasaktı. Ama 1983 sonrası hükümetler eleştirilebiliyordu. Belediye ve bürokrasideki yolsuzluklar yazılabiliyordu. Değişen ve dönüşen ekonomik/finansal yaşama ilişkin çok ağır eleştiriler yapılabiliyordu. Hayali ihracat haberlerini ve IMF karşıtı haberleri hatırlayın. Özellikle Bankacılık sisteminin değişmesi ve yeni burjuvazinin oluşma dönemi olan 1980’lerde Turgut Özal’ın eşi Semra Özal için 'Lale Devri' haberleri yapılabiliyordu. Polisin işkenceleri dergilere kapak olabiliyordu. '90’larda ise Genelkurmay’ın baskıcı yasakları nedeniyle Güneydoğu’da yaşanan köy boşaltmalar, faili meçhul cinayetler, adam kaçırmalar, gazeteci öldürmeler haber olamıyordu. Ama, yine de, bunları bir şekilde yazmaya cesaret eden Kürt ve Türk gazeteciler oldu. '90’larda gazeteciler şimdilerde ortaya çıkan derin devlet ilişkileri ve işbirlikleriyle faili meçhul cinayetlere kurban gidiyorlardı. Bugün ise gazetecileri susturmak için hapse atıyorlar; öldürmüyorlar. Ama bir insan hayatını haksız yere uzun süre gasp etmek, rehin almak da bir tür cinayettir aslında. Bu nedenle, ben aslında bugün yaşananları gazetecilik ve gerçeğin yazılabilmesi açılarından çok daha kötü görüyorum. Yolsuzluk yazılamıyor, insan hakları ihlalleri yazılamıyor, iktidarı eleştiren gazeteciler hapse atılıyor ve bunlar yapılırken 'bizim bir amacımız var –ki bu da askeri vesayetten kurtulmak olarak nitelendiriliyor- bu amaç için yer yol mübah' anlayışı güdülüyor. Bence bu noktada amaç, aracı da sonucu da meşru kılmaz. İnsan hayatları ve özgürlükler rehin alınarak yapılan hiçbir girişim olumlu da olamaz."
'TARİH, ANAAKIM MEDYANIN ZAVALLI OLDUĞUNU YAZACAK'
Arsan, Kürt ve muhalif gazetecilerin üzerindeki baskıya, anaakım medyanın ise sessiz kaldığını vurguladı. "Bence tarih bu dönem için anaakım medyanın baskıcı bir korku rejimi ve maddi baskılarla köşeye sıkıştırılmış çok zavallı bir durumda olduğunu yazacak. Ancak, tarih bu duruma karşı kayıtsız kalan, insan hayatları harcanırken, gencecik gazeteciler, öğrenciler hapislerde yatarken sesini çıkartmayan halkımızın kötü bir sınav verdiğini yazacaktır" dedi.
'Anaakım medyadan çok medya tüketicisini suçladığını' kaydeden Arsan, "Bu sessizliğin, iktidarın yanlış işlerinden hiç rahatsız olmayan ve hatta buna göz yumarak çıkar sağlamaya çalışan müşterici siyasetçi-oy veren ilişkisinden büyük hicap duyuyorum" ifadelerini kullandı.
Halkın bir güç olması ve haksızlıklara tavır koyması beklenirken,kitlelerin çekirdek çıtlayıp piyasa yapmaları,gelişmelere kayıtsız kalmaları acıtıyor,onlar için yok olan aydınları ...
YanıtlaSil