Sahtekarlar ve Kutsallar
![]() |
- GÖKSEL ARSLAN - |
İşte hayatın kutsallığına inanmayan idari otorite ve içinde
aktığı mukaddesatçı siyasi mecra atfettikleri kutsallara zarar veriyor
bahanesiyle geçtiğimiz hafta İstanbul Şehir Tiyatrolarına saldırdı. 2 yıl sonra
100. yılını kutlayacak olan ve kurulduğu günden bugüne daima tiyatro
sanatçıları genel sanat yönetmenlerince temsil edilen Şehir Tiyatroları bundan
sonra “müdür” sıfatıyla idari bir memur tarafından temsil edilecek. Çıkarılan
yönetmelikle de sahnelenecek oyunlara, alınacak sanatçılara kadar hemen her
konuda tek söz sahibi idari “müdür”” olacak.
Kuşkusuz yürütme
aygıtının kesif bir egemenlik yoğunlaşması ve otoritenin merkezileşmesi
uygulamasının parçası olan yönetmelik,
idari piramidal yapılanmanın nerelere kadar indiğini göstermesi
açısından önemli. Fakat, bir o kadar da önemli olan idarenin iktidar gücünün
merkezileşmesi konusunda halkın rızasını elde etme aracı olarak söylemi. Her daim aynı sığ argümanları kullanan bu
söylem, faşizan akla, mukaddesatçı mecraya seslenişiyle, iktidar
destekçiliğinin histerik hale dönüşmesini de sağlamakta.
Bu söylem, daha
doğrusu otoriter ve zorba uygulamaların kabul ettirilmesinde her kapıyı açan
anahtar işini gören “müslüman halkın hassasiyetleri” bahanesi çeşitli varyantlarıyla Şehir
Tiyatrolarının başına “müdür” getirilmesi uygulamasında da karşımıza çıktı. Geçtiğimiz
haftalarda “müslüman halk”,
“hassasiyet”, “muhafazakarlık”, “
kutsallarımız” masallarına inanmamız için şiddetli bir kara propagandaya maruz
kaldık.
Mukaddesatçı medyanın propaganda dili, siyasal karakteri sebebiyle hayli faşizan kokular yayar, bilinir.
Mukaddesatçı medyanın propaganda dili, siyasal karakteri sebebiyle hayli faşizan kokular yayar, bilinir.
Ne var ki hiçbir medya aracı, Vakit gazetesi ve internet
yayını Habervaktim kadar hırslı, intikamcı ve hedef gösteren faşizan bir dil
kullanmadı. İnsanı kusmaya zorlayan
kokular yaymadı. Aşağıdaki satırları Gustave Flaubert’in “üslup insandır”
sözünü hatırlayarak okursak ne ile karşı karşıya kaldığımız daha iyi anlaşılır:
“Kültür sanat
alanındaki lakaydlığın bir yansıması da Şehir Tiyatroları'nda göze çarpıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘Üstad' tabiriyle taltif edip değer verdiği
Necip Fazıl Kısakürek'in hiç bir oyununa Şehir Tiyatroları'nca yer verilmiyor.
Kısakürek'in tiyatral anlamdaki üretimini tanımayan Şehir Tiyatroları, ateist
Aziz Nesin'i ise yere göğe sığdıramıyor. Şehir Tiyatroları'nın bülteninde
‘Toros Canavarı'nın duyurusu yapılırken, Şeytan Ayetleri kitabının çevirisini
yapıp büyük bir provokatörlüğe imza atan Nesin'nden “Türk mizahının ve ulusal
tiyatromuzun usta ismi Aziz Nesin” diye bahsediliyor. Her fırsatta sapkın homoseksüelliğe methiyeler düzen,
kitaplarında eşcinsellik propagandası yapan, kendisi de eşcinsel olan (bunu
saklamıyor ve hatta önemli bir vasıfmış gibi sunuyor) Murathan Mungan'ın da
Şehir Tiyatroları'nda iki oyunu sergileniyor. Şehir Tiyatroları insan pisliğinin yenmesini bile
kitaplarında gündeme getiren ve sadist-mazoşist cinsel sapkınlıkların fikir
mimarı olarak bilinen dünyanın en sapkın adamlarından M. Sade'nin de bir
oyununu oynatmaktan çekinmiyor.”*
Habervaktim’in faşist,
homofobik nefret söylemi “halkın
hassasiyetlerini” “kutsallarını” ne
kadar temsil eder bilinmez ancak mukaddesatçıların önemlice bir parçası olduğu
aşikar. Zira daha yumuşak profilde benzer söylemler o kokunun geldiği ana
mecranın neredeyse tamamını kaplamış durumda.
Aslında Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın bir grup oyuncu, yazar, müzisyenle yaptığı toplantıyı hatırlarsak sanat alanını da
otoriteye bağlama çabası yeni bir yönelim değil. Bu çaba farklı açılımlarla devam
etmekte. Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri
Mustafa İsen, Mart ayında İstanbul’da katıldığı bir konferansta "Nasıl
muhafazakâr kesimin bir demokrasi anlayışı varsa, 'muhafazakâr estetik', ve
'muhafazakâr sanatın' normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük
içindeyiz..." diyerek yeni bir tartışma başlattı. Muhafazakarlıktan kast ettiği kuşkusuz idari
otoritenin sanat alanını egemenlik
altına alması. Yoksa “muhafazakar sanat” kavramının saçmalık olduğunu yine muhafazakar
mecradaki sanatçıların önemlice kısmı ifade etmekte. Muhtemeldir ki bu
saçmalığı kendisi de bilmekte.
Nitekim Zaman gazetesinde Nuriye Akman'ın "Siz devlet
tiyatroları ve şehir tiyatroları özelleştirilsin mi diyorsunuz?" sorusuna
verdiği cevapta İsen, "Tam özelleştirilsin değil. Ama toplumun
anlayabileceği bir biçimde ona yakın bir çerçeveye taşınsın" derken ne istediğini
daha açık ifade etti. Sis dağılmış oldu. Kaldı ki İsen’in sözünü ettiği o
çerçevenin ne olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Şehir Tiyatrolarını bir memur yönetiminde
idari otoriteye bağlamak. Çerçeve dediği
bu İsen’in.
Mukaddesatçı mecra “hükümranlıklarını sürdürmek isteyenlerin
ileri sürdüğü bahaneleri “ kullanarak hayatın her alanını idari otoriteye
bağlamak, egemenlik alanını genişletmek için her duruma, her kategoriye, her sınıfa uyacak biçimde söylem üretirken
kuşkusuz faşizan demagojinin kitlesel propagandasına ihtiyaç duyar.
Yığınsal destek ve “halkın hassasiyetleri”, “kutsalları” birbirini besler. Arkaik histerik duygular kışkırtılır. Milliyetçilik, muhafazakarlık, mukaddesatçılık, cinsiyetçilik, kadercilik birbirine karışır. Çoğunluğun taleplerine bizim de rıza göstermemiz , “demokrasi” adına ikna olmamız istenir.
Yığınsal destek ve “halkın hassasiyetleri”, “kutsalları” birbirini besler. Arkaik histerik duygular kışkırtılır. Milliyetçilik, muhafazakarlık, mukaddesatçılık, cinsiyetçilik, kadercilik birbirine karışır. Çoğunluğun taleplerine bizim de rıza göstermemiz , “demokrasi” adına ikna olmamız istenir.
Oysa bizim bugünlerde
ihtiyacımız olan; “Hayatın kutsallığına inanmıyorsa bir insan, onun kutsallık
atfettiği her şeyden şüphe duymak gerekir” cümlesidir.
Hükümranların demagojik “halkın hassasiyeti” “ kutsallarımız” söylemlerini bir kenara fırlatıp atmak, hayatın her alanını otoriter idari yapıya bağlama gayretlerini suratlarına çarpmaktır.
Hükümranların demagojik “halkın hassasiyeti” “ kutsallarımız” söylemlerini bir kenara fırlatıp atmak, hayatın her alanını otoriter idari yapıya bağlama gayretlerini suratlarına çarpmaktır.
Mukaddesatçı faşizan söylemlerden yayılan o kokunun zehrini görmektir.
“Halkın hassasiyetlerine” değil bizi biz yapan
kelimelerimize tutunmaktır.
Veya Rengin Soysal’ın üstünü fosforlu kalemle çizdiği gibi
bir şeydir ihtiyacımız.
“Gerçekten , insanlık tarihine geçmiş yüksek sanat
örneklerinin dinlememiş, okumamış, seyretmemiş ya da onları yalnızca “seçkinliğinizin”
aksesuarı diye algılamışsanız belki de hayıflanmak için fazla zamanınız
kalmadığını görüp şöyle bir silkelenmeniz gerekir;
Ve ‘yaklaşan cinayetlere karşı gerçekle silahlanmanız.’
YORUM YAZIN