Header Ads

Mülteci Kampları: Her Evde Ayrı Hikaye, Her Sokakta Ayrı Mücadele

- TOLGA SUBAŞI -
Savaşın eksik olmadığı ülke Lübnan, yine savaşın hiç eksik olmadığı kent Beyrut. 1970’lerde Doğu ve Batı Beyrut diye anılmasına sebep iç çatışmalar, 1982 Hıristiyan Falanjistlerin İsrail’in desteği ile gerçekleştirdiği Sabra Şatila Katliamı. En son 2006 yılında İsrail’in bombardımanı ile gerçekleşen saldırılar. Neredeyse 2006 yılı öncesinde doğan herkesin savaşa şahit olduğu bir coğrafya. Her savaştan sonra inadına yaşamların sürdüğü, her savaşın ardından yıkıntılarından yeniden yaşam mücadelesi veren ülke.


Ve Lübnan’da, Beyrut’ta, Beyrut’un orta yerinde bir yaşam mücadelesi; Filistin Mülteci Kampları. Mar Elias, Şatila ve Burj Al Barajinah mülteci kampları. Bu kamplarda nice hikayeler, acılar yaşamlar gizli. Bunlardan bir tanesi ki unutulmayacak, insanlığın utanç hanesine yazılacak bir vahşete sahne oldu. Sabra ve Şatila katliamı. İnsanlığın yaşadığı en büyük katliamın zihinlere kazınmış bölgesi. 16-18 Eylül 1982 insanlığın utanç hanesine kazınmış bir gün. Falanjist grupların İsrail’in desteği ile gerçekleştirdiği katliam. Çorum gibi, Maraş gibi sokaklarında insanlığın avlandığı Sabra’nın ve Şatila’nın sokakları.

Haziran 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal eder ve işgale karşı Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) İsrail birliklerine karşı direnişe geçer. Üç ay sonunda Eylül ayında FKÖ yapılan anlaşma sonucu Beyrut’tan çekilir. Bu anlaşma içerisinde İsrail de çekilecektir ancak, İsrail Lübnan’dan çekilmez. Tamamen savunmasız kalan Sabra - Şatila’da bulunan kamplar, İsrail’in desteğini de alan faşist Falanjist güçler tarafından işgal edilir.16 Eylül günü başlayan katliam, 18 Eylül gününe kadar yaklaşık 40 saat sürer. Kadın, çocuk, yaşlı demeden iki gün boyunca savunmasız binlerce (kimi kaynaklara göre 900-3500 arası) insan katledilir.

Bu katliamın üzerinden yıllar geçti. Ne bu katliam unutuldu, ne de katliamda vahşice katledilenler. Şatila’nın sokaklarında gezerken her afiş, her duvar yazısı bunu gösteriyor, anlatıyor. Şatila’nın ve diğer kampların sokaklarında şimdi çocuklar oynuyor, insanlar yaşam mücadelesi veriyor. Ve topraklarına dönecekleri günü bekliyorlar.



Filistinli mültecilerin büyük bölümü Suriye, Ürdün ve Lübnan’daki kamplarda kalıyor. Lübnan’da bulunan 12 mülteci kampında yaklaşık 455 bin Filistinli mülteci kalmakta. Ancak bu kamplarda farklı ülkelerdeki çatışmalardan ve savaşlardan kaçanların da yaşadığını düşünürsek bu sayı her geçen gün katbekat artıyor. Özellikle bu kamplar son zamanlarda Suriye’deki çatışmalardan kaçanların da sığınağı durumunda. Mar Elias, Şatila ve Burj Al Barajina Beyrut’ta bulunan mülteci kamplarından. Mar Elias Lübnan’ın en küçük kampı, yaklaşık bin kişi yaşıyor. Şatila ise daha büyük ve 15 bin kadar kişi yaşamakta. Burj Al Barajina kampında ise 20 bin kadar mülteci kalmakta. Mar Ellias şehrin batısında ve kentin daha kuzeyinde yer almakta. Şatila ve Burj Al Barajinaj kampları ise Mar Ellias’ın daha güneyinde bulunuyor.



Şatila, şehrin gelişmiş lüks yapılarının, ticaret ve alışveriş merkezlerinin bulunduğu kuzeyine tezat olacak biçimde, yoksulluğun kendisini gösterdiği bir bölge. Şatila kampının çevresinde yer alan binalar arasında kurşun izlerinin isabet etmediği bina yok nerdeyse. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgalinden sonra yeniden yapılanan şehrin Müslümanların yaşadığı Batı bölümü, son 2006 İsrail bombalaması ile yeniden harabeye dönüşmüş. Kuzeyinde bunu pek görmeseniz de, özellikle güneyinde savaşın bıraktığı yıkımı görebilirsiniz. Yoksul bir semtin arasında kalan Şatila, yoksulluğun yüksek olduğu, sağlık ve çevre şartlarının kötü olduğu, dolayısıyla yaşam mücadelesinin zor şartlarda yaşandığı bir kamp. Tüm kamplarda da bunu görebilirsiniz. Çünkü kamplarda yaşayanların yasal çalışma şartları ve sosyal hakları oldukça kısıtlı. Çalışsalar da kaçak ve ucuz iş gücü olarak çalışıyorlar. Filistinliler çoğunlukla inşaat işçisi, mevsimlik işçi ya da temizlik işçisi olarak iş bulabiliyor. Filistinliler kendi vatanlarından ayrılmışlar, ancak burası da vatanları değil. En başta kimlikleri yok. Eğitim alma hakları bile kısıtlı. Sağlık hakları ise kamplarda bulunan küçük polikliniklerden ibaret.


Lübnan hükümetinin kamplara herhangi bir yardımı yok, buralar uluslararası yardım kuruluşları sayesinde ayakta kalıyor. Dünyanın farklı bölgelerinde bulunan kuruluşlardan gelmekte. Kampta, Birleşmiş Milletler olsun, çeşitli yardım kuruluşları ve siyasi örgütlerin büroları yer almakta. Bu kuruluşlar sayesinde gelen yardımlar, organize bir şekilde dağıtılmakta ve bu kuruluşlar ve örgütler sayesinde, kampta daha iyi bir yaşam sürdürülmeye çalışılmakta. Kampta yaşayanların ve çeşitli kuruluşların anlatımıyla kampta ortak bir örgütlenme sürdürülmekte. Güvenlik, çöp ve temizlik, elektrik ve suyun dağıtımı, eğitim ve sağlık kamp içerisinde yaşayanların örgütlenmeleri ile sağlanmakta. Elektrik ve su kampların girişinde bulunan sayaçlarla evlere dağıtılmakta. Polisin ve askerin rahat biçimde giremediği bu kamplarda, güvenliği kendileri sağlamakta ve suç neredeyse hiç yok denecek kadar az. Burada var olan bir başka sorun ise, eğitim ve çalışma şartları.

Bir zamanlar eğitim ve çalışma hakları olmayan mülteciler, yapılan eylemler ve mücadeleler sonucu tam olmasa da bunu biraz sağlamış durumda. Kamplar içerisinde anaokulu ve ilkokul tarzında eğitim verilen okullar var. Çeşitli kuruluşların desteklediği ilkokul ve anaokullarında ücretsiz eğitim alabiliyorlar. Eğitimine devam etmek isteyenler için bundan sonrası paralı. Mülteci konumunda birisi üniversiteye gidebilse bile, mezun olduktan sonra mezuniyetlerine dair iş yapabilmeleri için yasal izinleri bulunmuyor. Bir genç hukuk fakültesini bitirip avukat olarak mezun olsa da bu mesleği yapamamakta. Ancak çok ucuza ve bir nevi devletin de göz yumduğu şekilde kaçak olarak çalışmaktalar.


Kamplara girdiğinizde ancak bir arabanın sığabileceği daracık sokaklar sizi karşılamakta. Çoğu sokak ancak iki kişinin geçebileceği genişlikte. Bir labirent gibi 5-6 katlı binaların arasından, güneşin bile zor girdiği sokaklardan geçerek ilerleyebiliyorsunuz. Başınızı bu sokaklardan kaldırdığınızda güneşi ya da gökyüzünü değil, bütün bir sokağı yukarıdan kaplayan kabloları görüyorsunuz. Bu kablolar bazen kafanıza değecek kadar yakından geçiyor. Bu anlamda bir alt yapısı olmayan kamplarda bu kablolardan her yıl onlarca kişi özellikle çocuklar hayatını kaybetmekte. Burada zor bir yaşam mücadelesi verilmekte, kimlikleri yok, en temel insan hakkı olan sağlıklı koşullarda barınma, eğitim ve sağlık hakkına sahip olmak oldukça zor, ancak bir o kadarda umut dolu insanlar. Bu umut neredeyse her duvarda yer alan Filistin bayraklarında, Yaser Arafat başta olmak üzere Filistin mücadelesinde hayatını kaybetmiş insanların posterlerinde ve Filistin’e dönüş ve verdikleri mücadelenin ifade edildiği yazılamalarda görülmekte. Buralarda her evin ayrı bir hikayesi, her sokağın ayrı bir mücadelesi var. Filistin’i görmeyen kuşakların yetiştiğini düşünürsek, kim bilir Filistinliler vatanlarını ne zaman görebilecek…
Ve Filistinliler, umutlarıyla topraklarına, ülkelerine Filistin’e dönecekleri günü bekliyorlar.












 
 

Fotoğraflar: Tolga Subaşı
*ilk olarak sendika.org'da yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.