Tarihi Direnenler Yazıyor
![]() |
- CİHAN GÜN - |
Kimi olaylar vardır, bazı konulardaki fikir ayrılıklarını sonlandırır. Her şeyi görmek isteyenlerin önüne gerçeği net olarak koyar. Görmek istemeyenlere göstermek zaten mümkün değildir. Van depremi sonrasında ihtiyaçların karşılanmamasına olan tepkilerin cop ve gazla karşılanması, böyle olaylardandı.
Depremden sonra birçok ülkeden gelen yardım önerileri reddedilmişti. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay; “Müdahale gücümüzü görmek istiyorduk” diyordu. AKP iktidarı deneme yapsın diye fazladan yüzlerce insan öldü. On binlerce insan soğukla, açlıkla baş başa bırakıldı. Kimse nankörlük etmesindi, “İlk gün hariç gerekli yardımlar ulaştı”ydı. Böyle buyurdu Başbakan. İki aydan fazla zaman geçtiği hâlde bölgenin ihtiyaçlarını karşılamayan Başbakan.
Siyasi iktidarın karakterini görmek isteyen gözlere batırarak sokan olaylar sadece bunlar değildi tabii ki… KCK operasyonları adı altında binlerce insanın komplolarla tutuklanması da öyledir. Nitekim, bizzat Başbakan’ın ağzından itiraf edilen, bir liste çerçevesinde tutuklamaların olduğudur. Tutuklama, iktidarın elinde bir terör aracıydı. Onlarca gazeteciye yenileri eklendi. Öğretim görevlileri, yurtseverler, devrimciler tutuklanmaya devam ediliyor.
Tutuklamanın kendisi bir terör aracı diyoruz. Bizim ve onlarca gazetecinin, binlerce devrimcinin başına geldiği gibi, hiçbir hukuki değeri olmayan gerekçelerle tutuklamak terörü… Amaç korkutmak, sindirmek, susturmak.
Ancak tutukluluk koşulları da farklı bir terör alanı.
Depremzedesine copu, gazı reva gören devlet, tutuklusuna nasıl davranır?
Hukuk dışı tutukladığına, devlet, tutukluluk sürecinde nasıl davranır?
Kuşkusuz hepsi birbirini tamamlayan baskı ve zulüm süreçleri oluyor. Nitekim, hapishaneleri, sindirmenin en önemli araçlarından biri olarak görüyor siyasi iktidar. Ancak hapsetmekle de yetinmiyor. Düşünce değişikliği dayatıyor. Daha da ileri gidiyor, insanlıktan çıkarmaya çalışıyor. Bunun için elindeki en şiddetli araç tecrit.
Bugün 90’dan fazla gazeteci hapiste. Ama sadece hapiste değil, tecritte… Bir kısmı aylardır tek başına tutuluyorlar. Bir kısmı ise üç kişilik grup tecritte. Tecride karşı mücadelede 122 insan can verdi. Yüzlerce insan sakat kaldı. Binlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı. 11 yıldır süren bir mücadele…
2007 yılında Adalet Bakanlığı “sohbet genelgesi” diye bilinen bir genelge yayımladı. Genelgeye göre 10 kişi, haftada 10 saat bir araya gelebilecekti. Tek kişilik veya grup tecridini hafifleten bir yanı olduğundan, bu önemli bir adımdı. 7 yıldır sürdürülen ölüm orucu bu genelgeden sonra bitirildi. Ancak neredeyse hiçbir hapishanede “sohbet hakkı” tam uygulanmıyor. Hapishane idareleri, tutuklu-hükümlü ayrımı gibi suni ayrımlar getiriyorlar. Ya da “yer yok, personel yok” diyerekten sohbet hakkını yalnızca 3-5 saat uyguluyorlar. Bunlara itiraz edildiğinde ise, genellikle alınan cevap “elimizde değil” oluyor. Direkt iktidarın emriyle bu hak gasplarını yaptıklarını söylüyorlar.
Hapis de, tecrit de yetmiyor siyasi iktidara. Tecrit içinde tecrit yaşatıyor. Cezalar en çok başvurdukları araçlardan. Tutuklanmadan önce anlatılanları dinler, hapishane içinde ayrıca “ceza” nasıl oluyormuş diye merak ederdim. Hapishanede gördüm. Temel her hak bir tehdit aracı.
Bir yıllık tutukluluğumuz süresince, her ay en az bir disiplin cezası verildi. “İletişim araçlarından faydalandırmama cezası” diyor örneğin. Aylarca mektup alıp verilemiyor, telefon açtırılmıyor. Dayanışma amacıyla dışarıdan gönderilen kartlar aylarca bekletildikten sonra veriliyor.
Şunu düşünmeden edemiyor insan: Televizyonda cep telefonu, sms, internet reklamları… Belgesel filmlerde, tartışmalarda, çağımızın iletişim çağı olduğu söyleniyor. Ancak bir mektubun bize ulaşması aylar alıyor. Göndermek de öyle… Dünya haberleşme ve iletişimde taş devrinde yaşıyor diye düşündüğüm çok oluyor. Van’da depremzedelere reva görülen yaşamı görünce, sizce hangi çağda yaşıyoruz? Ve tabii, mesele takvimlerin gösterdiği tarih değil, iktidarların siyasi karakteri..
Bugün iktidarda AKP var. Biz hapishanede on kitaptan fazla kitap bulunduramıyoruz. Bazı hapishanelerde sınır beş kitap. Ve yüzlerce kitabın hapishaneye girmesi yasak. Yasal haftalık dergilerin bize verilmesi ayları buluyor. Bu uygulamaları yapan siyasi iktidarın karakteri nedir acaba? Yakın ve uzak tarihte kısa bir yolculuk bize benzerlerini gösterir. Kenan Evren’in bu uygulamaları gördükçe eseriyle övündüğünden emin olabilirsiniz.
Ya Hitler? Evet Hitler de “soyum kurumadı” diye seviniyordur. Zira 19-22 Aralık 2000’de insanlar hapishanelerde diri diri yakıldı. Bilinmeyen gazlarla… Hitler bu gaza sahip olmak isterdi kuşkusuz… Ama 10 yıldır katilleri koruyan bir iktidara ne derdi Hitler? Tecridi bu kadar ısrarla uygulayan bir hükümete ne derdi? Yakanları koruyan… İnsanlık suçu tecridi ısrarla uygulayan… ama yine de “demokrat”lığı kimseye bırakmayan bugünkü iktidarı görse ne yapardı acaba Hitler?
Ancak tahminde bulunabiliriz. Muhtemelen Goering’i, Goebbels’i işinden edip AKP’den bir seçme yapmak isterdi.
Dedik ya, bu bir tahmin… Ama bu tahminleri bırakıp kaçınılmaz, bilimsel gerçeklerle uğraşalım. Bilimsel gerçek o ki, ister AKP, ister başka bir ceberut iktidar, haklı bir mücadelenin karşısında duramaz. Yani?
Biz gazeteciler haklıyı dile getirmeli, korkusuz ve radikal olmalıyız. Meşru olan haklılardır, bizi tecride atanlar değil.
Siyasi iktidarın “demokratikleşiyoruz” yalanlarını elimizin tersiyle itmeliyiz. Artık biliyoruz ki, AKP “insani” dedi mi yeni bir saldırı hazırlıyordur. Kanmayacağız.
Bizim kanmamız, halkın daha kolay kanması demektir. Sorumluluğumuz daha büyük.
İçeride veya dışarıda, bütün “yaratıcı” saldırılarına karşın, onurlu gazetecilerin soluğunu kesemiyorlar. Bilimsel gerçek bu. Bu gerçek tüm basın emekçilerin gerçeğidir. Zulme hayır diyenlerin gerçeğidir.
Yani?
Tarihi, zulüm, tecrit, keyfilikler, hukuksuzluklar yazmıyor.
Tarihi direnenler yazıyor.
Cihan GÜN
Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi
B2-3-61 Koğuşu
ANKARA
YORUM YAZIN