Header Ads

Gün Işığına Kavuşma İhtimali

- GÖZDE DEMİREL -
Geçen yıl yeni yıla girerken istemsizce `istediğimce gazetecilik yapacağım bir yıl` dilemiştim… Kendi adıma yıl biterken istediğimce yapıyorum mesleğimi ama memleketten 4000 kilometre uzakta Afrika’nin göbeğinde…

Bazen özlüyorum elbet geride bıraktığım hayatımı ama dönmeyi hiç mi hiç düşünmüyorum.

Gazetecilik benim için hayatımın amaçlarından biriyken ülkeme döndüğüm an her günümü mesleği `yaparak` ama `yapmayarak` daha da acısı `alet olduğumu bilerek` geçirmeye katlanabileceğimi zannetmiyorum çünkü…

Eskiden ` bizim zamanımızda… ` diye başlayan gazeteci büyüklerin çokça sarfettikleri cümleler çok da anlamlı gelmezdi aslında. Benim dönemim diye düşünürdüm. Şimdi mesleğe bakıp 3 yıl geriye gidince bile `benim zamanımda` o şikayet ettiğimiz şeylerin çok daha beterini yaşıyormuşuz gibi geliyor.

Nasıl da bir yıldı 2011? Ne de çok yıprandık. 2011’i değerlendireyim desem afakanlar basıyor içimi… Bir dış haberci olarak `Arap Baharı`nın ölümler ve daha sonu nereye gideceği belli olmayan karmaşalarla ayaza döndüğünü gördük bu yıl mesela. Bu konuda çok da umutlu değilim gelecek yıldan. Diktatörlerin adı ve sanı değişse bile ölen insan haneleri dolmaya devam edecek ve bir gidenin yerini daha beteri alacak gibi geliyor çoğu yerde.

Afrika’ya bakınca şu an yaşadığım, yaşadıkça tüm aksi yanlarına ve mahrumiyetlerine rağmen giderek daha çok benimsediğim bu kıta sadece başka ülkelerin `ekonomik çıkarları` mevzubahis olduğunda anımsanmaya devam edecek ve dünyanın aslında en bereketli toprakları yine bazılarına peşkeş çekilecek gibi geliyor.

Kötüye gidişin sadece canımı en çok acıtan ülkemde olmadığını düşündükçe bu yazı da giderek daha karamsar bir hal alıyor…

Gazeteciler tutuklanıyor. Yabancı basında `Türkiye gazeteciler için bir hapishane` haline geldi diye haberler çıkıyor gün be gün. Biz sosyal medyada isyan etmekten başka hiçbir şey yapamıyoruz.

Ve ben bunları yazarken hala belki de `safça` bir şeylerin elbet bir yerde değişeceğine inandığım için kendime şaşırıyorum en çok.

Evet benim hala umudum var. Hani Pandora’nın kutusunda bir tek umut kalır ya bütün iyilik ve kötülükler dünyaya dağılır insan ve evren aslında o dağılan umut hariç herşeyin ortasında kalırken bizim de elimizde bir tek umut kaldı belki de…

Dün bir kahve içmeye çıktık burada. O anda aldım, Uludere’de olanların haberini. İnsan olan insana bunu nasıl yapar? Bütün ideolojilerin, kurumlar arası alenen ya da gizli yürütülen kapışmaların, biz kabul etsek de etmesek de bir yanı savaştan farksız ülkemin gündeminin tam ortasına düşmeliydi yaşanan vahşet. Olmadı. Olamadı. Önce isyan ettim, sonra dünyanın ortasında yürüdüm uzun uzun. Sustum. Sizin de artık isyan etmenin bile anlamsızlaştığını düşündüğünüz anlar olmuyor mu?

Ama yine de pes etmemek gerek. Ne yaşanan vahseti örtbas etmeye çalışanlara ne de olanların ardından `intikam`, `biz bunun hesabını yasla değil kanla sorarız` diyenlere rağmen.

Pes etmemek zor. Biliyorum. Bilmenin ötesinde `pes etmemeye çalışırken` bizzat yaşıyorum. Ama yine de pes etmemek gerek, barış için. Onca savaşın ortasında `barış` sözünün bir ütopyaya dönüştüğünü görsek bile, pes etmemek.

Ütopya demişken bunun bir de zıttı var. Hani genelde filmlerde izlediğimiz, romanlarda okuduğumuz: Distopya. Keşke onca sevdiğim romanların bu denli gerçeğe, bir distopyaya dönüştüğünü görmeseydim. Görmeseydik. Ama yine de `pes etmemek` dedik ya elbet en dibe vurduğunda bunun bir de gün ışığına çıkış kısmı olacak elbet. Değil mi?

Herkese mutlu(!) yıllar…

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.