12. Peron
![]() |
- DENİZ COŞAN EKE - |
Şu sıralar Türkiye'den Almanya'ya göçün 50. yılı kutlamaları
çerçevesinde özellikle iki toplum arasındaki “olumlu etkileşim”e vurgu
yapılmaktadır. Elbette 1960'lardan günümüze Almanya'da Almanların ve
göçmenlerin beraber yaşama pratikleri, tutum ve düşüncelerinde
değişiklikler yaratmıştır. Fakat bu değişimin hangi boyutlarda olduğuna
dair ve gelecek üzerine politik, sosyal veya kültürel yapılanma ile
ilgili çok az gazete ve dergi yazısı ile televizyon programında haber
olması, bol duygulu, az düşünceli bir etkinlik planı içinde 50. yılın
kutlandığı fikrini güçlendirmektedir.
II. Dünya Savaşı dönemini ve sonrasını anlatan eserleri ile ünlü yazar Max Frisch “Biz işgücü çağırdık, insanlar geldi” (man hat Arbeitskraefte gerufen und es kommen menschen) cümlesi
ile göçmenlerin Almanya'da nasıl algılandığını özetlediği ifadeyi
2011 yılında Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, İstanbul Sirkeci
Garından kalkıp Münih 12. Peron'unda biten 50. yıl kutlamaları
çerçevesinde Türk hükümetinin de benzer şekilde algıladığını ifade
etmiştir:” İki ülke de bir şeyi unuttu: Bizim gönderdiğimiz insandı,
sizin beklediğiniz de işçi değil insandı. Bizler bu gerçeği unutmuştuk.”
Herkesin önce insan olduğunu unuttuğu göçmenler Almanya'da yaşadıkları
süre içinde bugün hala gözardı edilmeye çalışılsa da kendilerine bir
yaşam alanı yarattı. 50 yıl içinde Almanya'da yaşayan Türk nüfusu 2.7
milyon ile Litvanya veya Letonya'nın nüfusuna neredeyse eşit değere
ulaşırken, Almanya nüfusunun da yüzde 8,8'ini teşkil etmeye başladı.
Bugün hala Almanya'ya en çok göç veren ülke sıralamasında Türkiye
4.sırada yer almaktadır. (2008, Federal Almanya İç İşleri Bakanlığı, Göç
Raporu).
20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Almanya nüfusunun yaklaşık 15
milyonluk göçmen nüfusuna rağmen bir göçmen ülkesi olduğu gerçeği ile
yüzleşmek istemese de zamanla oluşan politik,sosyal,kültürel ve ekonomik
sorunlar karşısında bu gerçeği inkar edemez hale gelmiştir. Ülkenin
yaşlanan ama aynı oranda çoğalmayan nüfusu ve bununla bağlantılı oluşan
sosyal güvenlik sorunları Almanya'nın gelecekte de göçmen ülkesi olmaya
devam edeceğini göstermektedir. Fakat son yıllarda uygulanmaya çalışılan
göçmen politikaları uzun zamandır var olan geç kalınmışlık durumu ile
bağlantılı olarak henüz çözüme dair yeterlilik göstermemektedir.
Almanya II. Dünya Savaşı sonrası refah seviyesini yükseltmek için
özellikle bedensel zorluğu olan işlerde çalışacak kişilerin az gelişmiş
ülkelerden gelmesini sağlayan ülkeler arası antlaşmalardan birini de
1961 yılında Türkiye ile yapmıştı. Türkiye'den gelen işçiler sadece
geçici süreli olarak Almanya'da bulunacakları için “Misafir
İşçi-Gastarbeiter” sözcüğü ile tanımlamış fakat süreç hiçte başta
planlandığı gibi gitmeyince ülkelerine geri gönderecek teşvik planları
yapılmıştı. Bu süreci başlatan olay ise 1990'da Hristiyan Demokratların
Almanya'nın birleşmesi ile efsaneleşen ve “Kara Dev” lakaplı lideri
Helmut Kohl'ün 1982-1998 yılları arasındaki Başbakanlığı döneminde
Avrupa'nın birleşmesine ve ABD ile güçlü ilişkilere adanmış neoliberal
ve Hristiyanlığı temel alan politikaları nedeniyle Almanya'daki
Türkiye'li göçmenlerin ülkelerine geri döndürme primi uygulasıdır. Bu
politika her ne kadar pek çok Türkiye'linin geri dönmesini sağlasa da
aynı zamanda Türkiye'lilerin Almanya'da yaşamaları konusunda karar
vermelerini de sağlamıştır. Helmut Kohl ile başlayan Türkiye'li
göçmenlerin Avrupa ve Almanya değerlerine “uyumsuz” olduğu konusundaki
tartışmalar gün geçtikçe artmıştır. Son zamanlarda ise, Almanya'da
yaşayan Türkiye'li göçmenleri çoğunlukla sorun yaratan bir grup insan
olarak tartışıldığını söylemek sanırım abartılı olmaz. Türkiye'li
göçmenler ise 50 yılın ardından önemli bir dönüşüm yaşamıştır.
Almanya'ya ilk geldikleri zaman hiç bir yasal veya politik düzenleme
yapılmaya gerek duyulmayan çoğu eğitimsiz,kırsal kökenli, yoksul ve her
tür koşullarda çalışmaya kendini mecbur hisseden ilk göçmen grup yerini
artık eşit vatandaşlık hakları eksenli ve kendilerini var eden her tür
kültürel, dinsel, sosyal veya politik kimliklerine sahip çıkmaya çalışan
bir göçmen gruba dönüşmüştür. Bu nedenle, şimdilerde çok eski bir ırkçı
söylemden hareketle göçmenlerin uyum yasalarına gösterdiği
“uyumsuzluk”onların düşük zekalı olmalarına bağlanıp, sürece dair
gereken sorumluluktan kaçmak için rasyonel bir zemin aranmaktadır.
2010 yılında daha piyasaya çıkmadan tartışılmaya başlayan “Almanya
Kendini Yok Ediyor” (Deutschland schafft sich ab) isimli Thilo
Sarrazi'nin kitabı piyasaya çıkar çıkmaz satış rekorları kırdı. Almanya
Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi ve Almanya Sosyal Demokrat Parti
(SDP) üyesi Sarrazi, Almanya'nın 1960-70'lerdeki göç politikasının
sonucu olarak Almanya'da 100 yıl sonra 25 milyon, 300 yıl sonra ise
sadece 8 milyon Almanın kalacağını ve göçmenler yüzünden Almanya'nın
aptallaştırıldığını ve küçültüldüğünü iddia etmektedir. Özellikle
Türkiye'li göçmenler ile ilgili onların sadece manav ve dönerci
olabileceğini, Türk gazetesi okuyan,Türk arkadaşları ile kahve içen,
Türkçe televizyon izleyen kişileri nasıl topluma entegre edebilirsiniz?
ifadesi ile de Almanya'da yaşayan Türkiye'li göçmen grubu konusundaki
varolan genel bakışı yansıtmaktadır. Her ne kadar Sarrazin bu sürecin
sonunda Merkez Bankasındaki görevinden istifa etmek zorunda kalsa da
daha sonra Focus dergisine bu konuda açıklama yapan Hristiyan Sosyal
Birlik Partisi (CSU) Genel Başkanı Horst Seehofer'de “Çok kültürlülük
öldü. Almanya bir göçmen ülkesi değildir. Uyumun yan yana yaşamak değil,
Anayasamızda belirtildiği değerler doğrultusunda birlikte yaşamaktır
“ifadeleri ile göçmenlerin sadece yasal çercevedeki konumlarına vurgu
yaparken, sosyal, politik veya kültürel olarak göçmen olma koşullarının
kendine özgü yapısının göz ardı edildiğini ifade etmiştir.
Peki Almanya'da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin “uyumsuzluğunun”
temelinde ne vardır? 1960'lı yıllarda Almanya'ya ilk gelen grup ile
1980 sonrası Türkiye'deki siyasi yapının zorladığı göçmen kitle arasında
oldukça büyük farklar bulunmaktadır. Fakat Almanya'daki Türkiye'li
göçmenlerle ilgili en genel ve çarpıcı gerçek Almanya'da yaşayan
göçmenlerden her üç işsizden birinin Türkiye'li olmasıdır. Bunun en
önemli nedeni ise yeterli eğitime sahip olmamak ve yeterli eğitim alacak
kadar Almanca öğrenememek şeklinde bir kısır döngü olduğu
görülmektedir. Türkiye'li göçmenlerin Almanya'da eğitim görme ve
nitelikli iş gücüne dahil edilme oranın düşük olmasına iki temel neden
gösterilebilir: sosyal ekonomik sorunlar ve Almanya'daki eğitim
sisteminin işleyişi .Her ne kadar Almanya'da eğitim parasız olsa da,
eğitim sisteminin sınıfsal konuma göre ayrımı pekiştirdiği iddia
edilebilir.
Önce “Gastarbeiter- Misafir İşçi”, sonra “Auslandaer-Yabancı” şimdilerde ise “Migrant-Göçmen ”olarak tanımlanan artık 3.-4. neslin oluştuğu Almanya'da 50 yıllık geçmişi olan Türkiye'liler konusunda, ne Türk hükümetleri ne de Alman hükümetleri tarafından sorunlarına gerçekçi çözümler üretilmediği görülmektedir.Türkiye Almanya'daki Türkiye'li göçmenleri maalesef AB süreci için kilit noktada görüp bunun üstünden siyaset yapmaya çalışmaktadır. Almanya ise hala nasıl olacağı konusunda fikir birliği yaratılmadan yürütülen entegrasyon tartışmaları ile Türkiye ile var olan daha çok ekonomik temelli ve AB süreci eksenli Türkiye'li göçmenleri tartışmaya devam etmektedir. Türkiye'li göçmenler ise özellikle 1990 sonrası artan şekilde farklı örgütlenmeler oluşturarak kendilerini var etme çabası içindedirler.
2011 yılı boyunca Almanya ve Türkiye arasındaki göç konulu
organizasyonlar her iki ülkede de bütün hızı ile devam etmektedir.
Münih'te 50 yıl sonra göçmenlerin taksim yeri olan 12. Peronda
gerçekleştirilen kutlamalar bünyesinde dikkat çeken bir durum ise, ne
Alman ne de Türk yetkililerin “aman biz ne kadar iyi dostuz” söyleminden
öteye geçip Türkiye'li göçmenlerin varolan sorunlarına ve bu sorunların
çözümlerine dair net olarak hiç bir belirlenimde bulunmamasıdır. Oysa
ne Almanya'ya gelen Türkiye'li göçmen grubun ne de Almanların 50 yıl
önce hissettiği mutluluk artık çok keyifli değildir.
YORUM YAZIN