Kardeşimin İkinci Defni
- Yazı: Mehmet Yürek - |
Ali Ekber Yürek öğretmen olarak görev yaparken 6 Mayıs 1981 günü Elbistan’da Kayseri Komando Tugayı elemanları tarafından evine yapılan gece baskınıyla gözaltına alınarak 6. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığına teslim edildiğinde 24 yaşındaydı.
K. Maraş’ın Afşin ilçesi YSE binası başta olmak üzere Elbistan, Maraş merkezdeki birçok işkencehanede yaklaşık üç hafta süreyle işkence edilerek 24 Mayıs 1981 günü öldürüldü. 26 Mayıs’ta bize parkasının ipiyle kendini hücresinde asmış denilerek ölüsü teslim edildi. İntihar ettiğini söyledikleri hücreyi görmek istedik. Gösterdikleri hücrenin boyu 80-100 cm yüksekliğindeydi. Kardeşimin boyu ise 1,75 cm üzerindeydi. Otopsi raporu, defin ruhsatı ve teslim tutanağıyla verilen naaşını Tunceli- Ovacık ilçesi Güney Konak köyünde 27.05.1981 günü defnettik.
12 Eylül referandumundan iki gün önce zaman aşımını dikkate alarak 10 Eylül 2010’da Tunceli C. Savcılığına yeniden başvuruda bulundum. Tunceli C. Savcılığı olay mahalli Elbistan olduğu için dosyayı Elbistan’a gönderdi. Elbistan da dosyayı CMK 250 ile yetkili Malatya Bölge C. Başsavcılığına gönderdi.
Malatya C. Başsavcılığı da, darbeyi yapan 12 Eylül generalleri ve Danışma Meclisi üyeleri hakkındaki şikâyetimi ayırarak Ankara özel yetkili C. Başsavcılığına gönderdi. Kardeşime bizatihi işkence yapan ve yaptırarak ölümüne neden olanları ise ayırarak olay yeri olan Afşin C. Başsavcılığına gönderdi.
Afşin Savcısı Mehmet Kuş, soruşturmayı başlattı. Çok sayıda tanık ifadesi alındı. Bizim istemememize rağmen mezarın açılarak kemikleri İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderdi. DNA tespiti ve işkence bulgularının araştırılmasını istedi. Kemiklerin Ali Ekber Yürek’e ait olduğu Adli Tıp raporuyla belgelendi.
Radikal muhabiri İsmail Saymaz dönemin Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı General Yusuf Haznedaroğlu’na A. E. Yürek’i sorduğunda, böyle biri bizim sıkıyönetim komutanlığımıza hiç gelmemiştir diyerek inkâr etti. Ardından bize teslim edilen cenaze teslim tutanağı, otopsi raporu ve defin ruhsatının orijinallerini ibraz ettik. Ayrıca Adana Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemesi iddianamesinde sorgudayken kardeşimin 39 sanıkla yüzleştirildiğini belgeledik.
Aradan çok uzun zaman geçmesi, toprağın geçirgenliği ve nemliliğin çok fazla olması nedeniyle kemikler çok yoğun tahribata uğradıklarından işkence izleri tespit edilememiştir denildi. İşkence yoktur demedi Adli Tıp, işkence tespit edilemez dedi. Geçtiğimiz günlerdeki bir habere göre, on bin yıllık bir insan cesedi üzerinde yapılan araştırma sonucu cesedin ok ile öldürülen bir erkek olduğu belirlenebilmişti. On bin yıllık bir cesette ölüm şeklini ve nedenini belirleyebilen bilim ve teknoloji varken Adli Tıp’ın 30 yıllık cesette işkence tespiti yapamaması da ayrıca düşündürücü.
Afşin Savcısı soruşturmayı kovuşturmaya dönüştürmeden Mayıs 2011’de dosyayı Ankara Özel Yetkili C. Başsavcılığına gönderdi. Dosya halen 2011/883 sıra no ile Ankara CMK 250 ile görevli Başsavcı Yardımcısı Kemal Çetin tarafından yürütülüyor.
Kardeşimin bedeninde işkence yapılmadık yer yoktu. El ve ayak parmaklarıyla, cinsel organı, dişleri elektrik ve sigara yanıklarıyla ileri safhada yanmıştı. Yüzleştirilen görgü tanıklarının Savcılık ifadelerine göre, kum torbaları yüksekten atıldığında kan işiyor ve kan kusuyormuş. Ayrıca Filistin askısında fazla tutulduğundan sağ omuzu kırık veya çıkık imiş. Nitekim mezar açıldığında yüzlerce kişi tarafından görüldüğü üzere sağ omuz kemiği sol omza göre 2-3 cm daha düşük ve aralık duruyordu.
İlk defin işlemini takiben Afşin C. Savcılığına suç duyurusunda bulundum. Doktor raporuna göre solunum yetmezliğiyle öldüğü anlaşıldığından takipsizlik kararı verildiği belirtilmişti. Tüm işkence bulgu ve tanıklarına rağmen işkence yoktur diyen doktor Nevzat Özcan ile takipsizlik kararı veren Savcı Hüseyin Türker şikâyetimiz gereği, soruşturma dosyasının önemli zanlıları. Mevcut HSYK’da görevde olan o günün savcısı Hüseyin Türker’in soruşturulmasına izin vermedi. Buna itirazımızı yaptık.
Başta işkenceye üç-dört kez katılan Yusuf Haznedaroğlu olmak üzere, işkence yapan tüm asker ve polisler tespit edilerek, görgü tanıklarının yeminli ifadeleriyle dosyaya girdi.
Kardeşimin Adli Tıp Kurumundan gelen cenazesini 28.10.2011 tarihinde yeniden aynı mezara defnettik.
30 yıldır ülkemiz hukukunda yargılama dahi yapılamadığı için konuyu AİHM’ye de götürdük. Ankara’daki soruşturmayı da, kendisi de bir 12 Eylül mağduru olan eski ülkücülerden avukat Hasan İlter takip ediyor.
Vesayet el mi değiştirdi?
Benim için 12 Eylül referandum paketindeki en önemli madde, darbecilere yargı yolunun açılmasıydı. Bunun için “Yetmez ama evet”çi olarak çalıştım. Ve 30 yıldır dinmeyen kardeş acımızı yargı yolu açılmasıyla bir nebze de olsa dindirebiliriz düşüncesiyle, bu ülkenin ilk 12 Eylül suç duyurusunda bulundum. Afşin soruşturmamızı yürüten Savcı Mehmet Kuş’un mezarını açtırma kararına, yaşlı annem isyan etti. Mezarı açmaya ikna etmeye çalışırken annem hep şunu söyledi: “A benim ahmak oğlum. Benim oğlumu zaten devlet öldürmüş. Sen şimdi oğlumu öldüren devlete diyorsun ki, sen oğlumu öldürdün, sen senin katil olduğunu ispatla ve kendini cezalandır. Bu nerede görülmüş?”
Evet bir yılı aşkın süredir Tunceli, Elbistan, Malatya, Afşin ve Ankara adliyeleri arasında dönüp duran bu ilk en önemli 12 Eylül soruşturmasında bir türlü kovuşturmaya geçilemedi.
Tüm tanık ifadeleri, olgu ve bulgulara rağmen tek zanlının ifadesi dahi alınabilmiş değil. Hükümete, Adalet Bakanı’na ve yeni HSKY’ya seslenmek istiyorum: Eğer 12 Eylül suçlularını ve işkencecilerini yargılamayacaksanız, bunu açıklayın ve beklentilerimizi bitirin.
Bir çağrı da 12 Eylül mağdurlarına: Yaşayarak gördük ki, darbeciler sağ-sol, Alevi-Sünni, Müslüman-gayrimüslim ayırımı yapmıyor. Biz de işkenceciler karşında ayrılmamalı, birlikte olmalıyız. 12 Eylül’ün mağdur ve mazlumları olarak karışarak, kaynaşarak kanatlanmadıkça daha çok referandumlar bekleriz.
MEHMET YÜREK: Ali Ekber Yürek’in ağabeyi
MEHMET YÜREK: Ali Ekber Yürek’in ağabeyi
* bu yazı ilk olarak Radikal İki'de yayımlanmıştır.
YORUM YAZIN