Header Ads

Sendikasızlaştırılmış Basın Tutukludur

- MÜYESSER YILDIZ -
Türk basını aslında sendikasızlaştırma hasretine maruz kaldığından beri tutuklu değerli dostlar. Bugün bizlerin hapislere tutulması, o sürecin somut, kanlı-canlı acı sonucu, o kadar!..

Yıllar önceydi, AB’nin resmi gazetesi denilen gazetesinde yayınlanan, ama kısa süre içinde apar-topar iptal edilen bir kararı okumuştum. Karar, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan üyeliğe ehil olup olmadığına ilişkindi. Doğu Avrupa ülkeleri ile üyelik müzakereleri çoktan başlamıştı ve söz konusu kararda, Türkiye’nin, birçok açıdan bu ülkelere göre üyeliğe daha ehil olduğu vurgulanıyordu.

Benim asıl dikkatimi çeken ise AB’ye çok şaşırtıcı ve ilginç gelen bir Türkiye gerçeği veya normalinin altının çizilmesiydi. Mealen aktarıyorum; Yaşayan tüm ekonomik sıkıntılara rağmen, Türklerin bunları nasıl aşıp ayakta kalabildiği sorgulanıyor, ardından şu tespit yapılıyordu: “Türklerde aile bağları o kadar güçlü ki, sıkıntı olduğunda bulguru, tarhanası, mercimeği köyünden gönderiliyor, ana-baba evini-aşını evli çocuklarıyla paylaşıyor. İşte Türkleri bu dayanışma ayakta tutuyor”…

Batılılara “Mucize” gibi gelen bu dayanışmanın adı, bence basında da “sendika” idi, sendika olmalıydı. Ne zaman ki gönüllü veya zorunlu olarak bundan vazgeçtik, vazgeçirildik, işte o zaman “tutukluluk” dönemimiz başladı. Bizim oralarda bir söz vardır, “Dışı Kalaylı, içi vayvaylı” diye… Medyamız da görünüşte çağ atladı, en son teknoloji ve haberleşme imkanlarına kavuştu, ama asli unsurunu, “insanı-çalışanı” unutuldu. Unutulanı unutturmayacak ya da milletvekillerinin, milletin değil, liderin vekili olması misali, gazetecilerin patron veya siyasinin iki dudağı arasına mahkum etmeyecek, gazetecilerin patron veya iktidarın değil, milletin hak ve çıkarlarının sözcüsü olmasını sağlayacak tek bir güç vardır biz gibi ülkelerde; o da sendikadır.

Yine yıllar önceydi, gazetecilerin sendikası, toplu sözleşmesi, mesaisi vs. vardı. Merhum Turgut Özal, bir haberimden dolayı çalıştığım gazeteden atılmam için patrona baskı yapıyordu. Bense o günlerde senelik izindeydim. Şimdilerde “Ergenekon” tutuklusu gazetecilerden Nedim Şener ve Ahmet Şık dışında kimseyi tanımadığını söyleyen Nazlı Ilıcak, beni telefonla buldurdu, akıbetimi bildirdi!.. Ama aramasının asıl sebebi bu değildi, iznimi uzatmak için gerekirse rapor alıp göndermemi istiyordu. Neden mi? Toplu sözleşmeden yararlanmamı, böylece mağduriyetimin bir nebze de olsa telafisini arzuluyordu tüm samimiyetiyle… Nazlı Hanım’ın bu gayreti, muhtemeldir ki, eşi rahmetli Kemal Ilıcak’ın bilgisi dahilindeydi. Demem o ki, bir zamanlar siyasilerin bakıları karşısında patronların dahi, mağdur gazeteciler için en büyük güvence gördüğü/saydığı sendikaydı…

Hasılı kanaatimce, Türk medyasının tüm kesimlere örnek olacak gerçek ve büyük bir dayanışma sergileyip “tutuklu” halden kurtulmasının ilk adımı, yeniden, güçlü bir sendikalaşma hareketinin başlatılmasıdır.
Bizlerin “esaretten” kurtulmasına gelince; eminim ki tüm hukukçular, hukuk fakültelerinde öğrendiklerinin A’dan Z’ye nasıl ters yüz edildiğini görüyor, bunun şoku içinde de bizlere yardım elini uzatamıyor!.. Hepimizin gözleri önünde Türkiye için ayrı bir hukuk yazılıyor, yetmiyor, yandaşlar-karşıtlar şeklinde ikili bir hukuk sistemine geçiliyor…

Bir ülkede;
- Bakanını, sırf kanunların üzerinden atlayıp pratik çözümler bulduğu için öven,
- Çıkarılan kanun veya yapılan atamaları, hukuka aykırı bulan yargı organlarına savaş açan,
- “Yargı bana karışmasın” diyebilen,
- Evrensel hukukun özü olan “beratı zimmet esastır” ilkesini ayaklar altına alıp, daha iddianamesi hazırlanmamış bizleri “terörist” ilan edip yargısız infaza tabi tutan,
- Ve tam 17 yıl düşüncesinden, “Bu hukuku hazırlayanlar, bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar” gibi hedef koyan yöneticilerin olması normal midir?

Bunların yanına, Türkiye söz konusu olduğunda, Kopenhag kriterlerinin birincisi, hukukun üstünlüğünden sadece ve sadece “askerlerin yargılanabilmesini” anlayan, yasak savma kabilinden de sadece iki gazeteci için sesini azıcık yükseltirken, diğerlerini “Ergenekoncu” sayan bir Batı anlayışını koyun… İşte huzurlarımızda “En ileri demokrasi… En ileri hukuk!..”

Bu şartlar altında cezaevindeki bizlerin tek tek mücadelesi, hatta medyanın topyekun mücadelesinin dikkate alınması, sonuç vermesi ve kader zor, değil mi?..

Başta tüm hukuk adamları, barolar, üniversiteler ve de maddi veya manevi bağlantılarını bir tarafa bırakabilecek sivil toplum örgütlerinin bu mücadelemize omuz vermesinin sağlanması, inanıyorum ki, sadece bizlerin değil, medyanın ve beraberinde herkes için gerekli hukuk ve özgürlüğü getirecektir.

MÜYESSER VE MİLADİÇ

Biliyorsunuz, Bosna savaşında 8 bin sivilin öldürüldüğü Srebrenitza katliamının sorumlularından Sırp Komutan Ratko Mladiç 16 yıldın sonra geçen 27 Mayıs’ta yakalandı. Ve o Mladiç sadece bir hafta sonra 3 Haziran günü hakim karşısına çıkartıldı. Hakkında 11 suçlama vardı, iddianamesi ise toplam 38 sayfaydı.

Bir de biz tutuklu gazetecilerin haline bakın; 3-4 yıldır cezaevinde oldukları halde hala neyle suçlandığını bilmeyen, ama iddianameleri binlerce sayfayı bulan arkadaşlarımız var. Son dalgada tutuklanan bana gelince, 4 aydır cezaevindeyim ve halen ben de suçumu bilmiyorum. Dahası hakkımdaki iddianamenin ne zaman hazırlanacağı da bilinmiyor!..

Demek ki bizler, Sırp kasap Mladiç’ten daha ağır ve korkunç suçlar işledik!.. Ve Mladiç’in cezaevi şartları: Hollanda’nın en lüks mahallelerinden birinde bulunan bir cezaevinde kalıyor… Hücresi çok konforlu, uydu bağlantılı TV’si bile varmış. Hücresinin kapısı gece ve yemek saatleri dışında açık tutulduğu için diğer mahkumlarla rahatça iletişme geçme, ailesiyle rahat görüşme imkanı varmış. Bunları bırakın, 1994’te intihar eden kızının mezarını ziyaret etmesine bile izin verilmiş…

Silivri’nin şartlarını anlatmama gerek yok, az-çok biliyorsunuz… Sadece şu kadarını belirteyim; su verilme programına göre yaşıyoruz!..

Demek ki bizler Mladiç’ten daha tehlikeliyiz!..

Bir örnek de ülkemizden… Yıllar önce adamlarıyla birlikte polis karakolunu basıp gözaltındaki oğlunu kaçıran eski milletvekili hatırlarsınız… Bu zat, 5 yıl önce 18 kişiyle birlikte gözaltına alındı. Örgüt kurma, örgüt üyesi olma ve ihalelere fesat karıştırma suçlarından… Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşmada kendisi ve 16 arkadaşı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı, sadece oğlu tutuklu kaldı. Ama 1 ay sürdü tutukluluğu ve avukatların itirazı üzerine o da serbest bırakıldı. İşte bu davanın geçen 11 Haziran’da karar duruşması vardı… 4 kişi, 28’er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu cezayı alanlar arasında o eski milletvekili de vardı ve hakkında “yakalama” kararı çıkartıldı.

Ne karakol bastık, ne örgüt kurduk, ne de ihalelere fesat karıştırdık… Ama bizler tutukluyuz… Kimimiz yıllardır bu halde yargılanıyor, ben ise ne zaman hazırlanacağını bilmediğim iddianameyi bekliyorum Silivri hapishanesinde!

Demek ki bizler sadece Mladiç’ten değil, 28 yıl hapis cezasına çarptırılmalarını gerektiren suçları işlemelerine rağmen 5 yıl tutuksuz yargılanabilenlerden de daha daha tehlikeliyiz!..

Ama hayır! Bizler ne Mladiç’iz, ne örgüt, ne de çeteyiz! Sadece ve sadece gazeteciyiz!..

Maruz kaldığımız haksız, hukuksuz saldırı, iftira ve zulümlerin bu soğuk duvarları aşmasında gözümüz, kulağımız, dilimiz, elimiz, kalemimiz oldunuz. İyi ki varsınız!..

“TUTUKSUZ GAZETE”lerde buluşmak dileğiyle,

Silivri’den kucak dolusu sevgi, saygı ve selamlar.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.