Header Ads

Kürt Gazeteci Olmak

- VEDAT KURŞUN -
Bu ülkede gazeteciler, öyle bir duruma getirilmişken neredeyse mesleğini yapamaz haldedirler. Her zaman iktidarın soğuk nefesini enselerinde hissediyorlar. Az da olsa buna karşı çıkmak isteyen, hemen cezaevine atılıyor. Başbakan’ı eleştirmek bile tutuklanma nedeni olabiliyor. Ağzını açınca dava üstüne dava açıyorlar. Bu baskılar sadece tutuklama ve dava açmalarla kalsa yine de iyidir. Onun mesleki hayatı sona eriyor.

Bu yaşanacakların yanında bir de siz Kürt gazeteciyseniz size beterin beterini yaşatmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. Siz bir yandan iktidarın zulmüyle karşı karşıyasınız, diğer yandan da hiç kimse size sahip çıkmaz. İşte bunun için Kürt gazeteciye yapılan zulmü gizleme gereği bile duymazlar. Neredeyse Batı’da yapılanlar size yapılanların yanında ödül gibi kalıyor.

Bize yönelik geliştirilen baskıların daha iyi anlaşılması için kısa da olsa sizinle paylaşmak istiyorum. Kürtçe olarak çıkardığımız Azadiya Welat (Ülkenin Özgürlüğü) gazetesi, 1996 yılında haftalık olarak yayın hayatına başladı. Uzun bir aradan sonra, 15 Ağustos 2006 tarihinde Türkiye’de ilk kez günlük olarak çıkmaya başladı. Gazeteyi çıkardığımız ilk günden başlayarak bugüne kadar her türlü baskıya maruz kaldık. Ben ve benden sonra gazetenin yazı işleri müdürü olan arkadaşlarıma asırları aşan cezalar verildi. Gazetemiz, bu süre zarfında tam 9 kez hukuksuz bir şekilde birer ay süreyle kapatıldı. En son 12 Haziran 2011 tarihinde yani genel seçimlerin yapıldığı gün Azadiya Welat gazetesine 15 gün kapatma cezası verildi. Bu kapatmaların dışında yüzlerce çalışanımız fiziki saldırıya uğradı. Ayrıca yüzlerce çalışanımız sudan ucuz bahanelerle tutuklandı.

Adana çalışanımız Metin ALATAŞ, ölü olarak bulundu. İşte bize bunlar reva görülürken, hiç kimseden ses çıkmadı. Bırakalım bize sahip çıkmalarını, bir kez bile bunun haberini yapmadılar. Sadece ve sadece öldürüldüğümüzde ve rekor cezalarla cezalandırıldığımızda haber yapıldı. Bunun dışında hiçbir haber yapılmadı.

Bize yönelik yapılan basıkların başka bir boyutu da yargı eliyle yapılandır. Yıllarca Kürtçe dili inkar edildi ve yok sayıldı. Ama söz konusu yargılama oldu mu, hiç zaman kaybetmeden dava üstüne dava açıyorlar. Biz Kürtçe savunma yapmak için dilekçe vereceğimiz bir mahkeme bulamazken, sıra bize karşı dava açmaya gelince, onlarca mahkeme davayı almak için sıraya giriyorlar. Bu şekilde davranılarak adalet sağlanmaz. Eğer mahkemeler adaleti dağıtan kurum olarak görülmek isteniyorsa, her şeyden önce resmi ideolojiden aldığı duygularını bir kenara bırakarak vicdanın sesini dinlemeleri gerekir. Bunu yapmadıkları sürece adaleti bir tarafa bırakın, birer robot haline gelirler. Bu da bu ülke için sağlıklı bir gidişat olmaz diye düşünüyorum.

Bir ülke düşünün ve o ülkenin başbakanı, daha basılmamış kitabı başka bir şeye benzetiyor ve üstüne üstlük cezaevinde bulunan gazetecilere yönelik de şunları söylüyor: “Onlar düşüncelerinden dolayı cezaevinde değildirler. Başka suçtan dolayı cezaevindedirler.” Bu şekilde konuşan bir başbakan olduğu sürece, mahkemelere gerek kalmamıştır. Zaten o cezayı vermiştir. Adaletten uzak olan mahkemeler ise bunun dışına çıkamaz. Ve onlar da gereğini yapıyorlar. Biz Kürt gazetecilerine asırları aşan cezalar vererek bunu yapıyorlar.

Ben de tutuklu bir gazeteci olarak şunları söylüyorum: Benim dosyamda gazeteler dışında hiçbir delil bulunmuyor. Bana verilen 166 yıl 6 aylık ceza, sadece gazetede yer alan yazılardan dolayıdır. Bir de dosyada kendisini bilirkişi diye tanıtan ve Kürtçe bilmeyen bir kişinin çeviri raporu mevcuttur. Raporu yazan kişi aynen şunu söylüyor: “Anladığım kadarıyla çevirdim.” İşte böyle biri bilirkişi olabiliyor. Ben çarpıtılan yazılardan söz etmiyorum bile. O konuya girsem onlarca sayfayı bulabilir.

Ben son olarak şunları belirtmek istiyorum: Bunca cezaya rağmen ve 2,5 senedir cezaevinde bulunmama rağmen vicdanen rahatım. Çünkü ben bir kişiye bile haksızlık etmedim ve onun hakkını gasp etmedim. İnanıyorum ki bize bunları reva görenler vicdan azabı çekecekler.

Biz ise akşamları rahat ve huzurlu bir şekilde başımızı yastığa koyabiliyoruz.
Bundan sonrasını artık onlar düşünsün.

*Diyarbakır D Tipi Cezaevi

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.