Header Ads

Kritik Bir Dönemeç Daha

- YETVART DANZİKYAN -
Çözüm değil, çözüm yolu da değil, çözüm yoluna giden yola yaklaşıyormuşuz gibi bir hava vardı bir hafta önce. BDP, AKP ile temaslara başlamıştı. Öcalan devlet/hükümetle yürütülen temasların olumlu yolda olduğunu bildirmiş, bir barış konseyi kurulacağını açıklamıştı. 

Yeni anayasadan bahsediyorduk... Ki, Silvan saldırısı oldu. Yine başa dönüyoruz. Ama aslında başa mı dönüyoruz, emin değilim. Evet, geriye gidiyoruz ama dosdoğru geriye değil (onun küçük de olsa ‘aynı yoldan tekrar gideriz’ diye bir güvencesi vardır); bu seferki biraz çapraz bir yer oluyor. Bu konuya döneceğim.

Neyle karşı karşıyayız? Yaygın kabul gören bir şablon var, kimi açıklamalar da bunu destekliyor: “AKP zaten Öcalan’la görüşüyordu, çok genel ve yüzeysel bir mutabakata da varmak üzereydi, hatta saldırı öncesi ve sonrasında AKP’ye yakın medyada Öcalan’ın özellikle kayırılması, selamlanması da bunun göstergeleriydi,  ancak devredışı kaldığını düşünen PKK hamle ihtiyacı hissetti” şeklinde bir şablon... Genel hatlarıyla kimsenin
itirazı olmaz herhalde.

Fakat bu şablona, aktörlerin pozisyonunu hemen hiç değiştirmeden, tersten bakmak da mümkün. AKP tabii ki bir çözümün peşindeydi ama bunu oy gücüne sahip ve kendisini hayli zorlayan BDP yerine Öcalan’la yapma cihetine gitti. BDP’yi ise her fırsatta elinin tersiyle itti. Bir anlamda, hapiste ve zor durumda olan Öcalan’ı kullanmaya kalktı. Siyasal Kürt hareketinin iradesinin yansıdığı BDP’yi yok saydı, gizli kapaklı bir mutabakatla Kürt sorununu bitiren parti olmayı hedefleyip oyunu daha da artırmayı düşündü. Eğer ilk şablon doğru ise, sonuçta bu da doğru diyebiliriz (Bu şablon PKK’nın son saldırısını hiçbir biçimde meşrulaştırmaz.) Ve eğer her iki şablon da doğruysa, bu durum “AKP’nin aklındaki çözüm ne(ydi)?” sorusunu beraberinde getiriyor.

Net konuşmak zor olsa da ipuçlarına bakılırsa AKP’nin ve Erdoğan’ın kafasındaki plan muhtemelen “çözüyoruz” söylemiyle şişirilmiş, belki birkaç sembolik adımla güçlendirilmiş, içi umulduğu kadar dolu olmayan, ama herhalde bomboş da denemeyecek bir adımdı. Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşların sorunu vardır” sözü bizi böyle düşünmeye sevk ediyor. Bu plan şimdilik duvara çarpmış görünüyor. Yanlış anlaşılmak da istemem; akan kanı durduracak, mutakabata dayalı her plana destek vermek boynumuzun borcudur; “Bu plan pek bir şeye benzemiyor, o vakit şidddet devam eder kardeşim” demek ya da bu manaya gelecek bir söz söylemek niyetinde değilim. Sadece, bu planın duvara çarpması sonrasında yola nasıl devam edebiliriz sorusuna âcizane yanıt arıyorum.

Silvan sonrası durum pek parlak değil. AKP cephesinde hayal kırıklığı ve öfke, siyasal Kürt hareketinde umutsuzluk, silahlı Kürt hareketinde ise yeni bir döneme girmenin yeni hesapları gözleniyor. Ancak bu –hayal kırıklığından ziyade– öfkeyi belki sadece AKP’ye değil, Türkiye’nin tüm ‘Batı’sına da teşmil edebiliriz. Saldırı sonrasında birçok şehirde düzenlenen saldırgan milliyetçi mitingler, İstanbul Caz Festivali’nde sahne alan Kürt sanatçı Aynur Doğan’a yönelik züppece/faşizan saldırı, bu öfkenin göstergeleri. Muhtemelen AKP ile beraber Türk kamuoyu da belirsiz bir çözüme yaklaşmış, bilhassa şehirli/milliyetçi kesim bu belirsiz çözümü hiç sevmese de sindirmeye kendini hazırlamıştı. Dolayısıyla Silvan saldırısı sadece AKP’nin siyasi hesaplarını değil, bu havayı da tuzla buz etti. 

Bu yüzden, yazının başında bahsettiğim noktaya dönmenin vaktidir: Saldırı sonrası geriye değil, başka bir yere düştük. Artık önümüzdeki süreci aynen baştan yaşayamayabiliriz. Yeni dönem daha milliyetçi bir atmosferde yaşanabilir, dolasıyla çözüm yoluna değil çözüm yoluna giden yola yaklaşmak daha da güçleşebilir. 

Peki, ne yapmalı? Hükümet nasıl çözüm bulsun? Öcalan dikkate alınmazsa, “irademizdir” deniyor, olmuyor; PKK dikkate alınmazsa şiddet bitmiyor. Bu durumda çözüm olacaksa kimle olacak? Türk siyasetinin ‘merkez’i ortaya böyle bir soru atabilir. Bu durumda spotlar PKK’nın olduğu kadar AKP ve medyasının da üzerinde olacak. 

Mevcut tabloda, AKP ve medyası –rakip olarak gördükleri– BDP’yi siyasi yenilgiye uğratmayı, çözümden daha fazla ister gibi görünüyor sanki. Biraz da bu saikle birkaç yıl önce daha yumuşak yaklaştıkları siyasal Kürt hareketine şimdi tüm güçleriyle çullanıyor, TV’lerdeki tartışma programlarında BDP üyelerini değme MHP’lileri kıskandıracak biçimde hırpalıyorlar. BDP’nin yanlışsız bir siyaset yürüttüğünü öne sürmüyorum, şüphesiz. Ancak bu tablo AKP’nin aklında ‘Kürt sorununu çözer gibi yaparken BDP’nin etkinliğini de kırmak’ gibi bir plan olduğu yönündeki şüpheleri artırıyor. Ve bu tutum, sokaklardaki saldırganlığı körükleme ihtimalini barındırıyor. 

Dolayısıyla, benim önerim basit. Aylardır bu sütunda yineleyip duruyorum zaten. AKP için çözümün muhatabı BDP olmalıdır. “Bu kadar maceradan sonra ne kadar gerçekçi?” denebilir. Hatta BDP bile bu öneriyi benimsemeyebilir, “DTK ile görüşün, Öcalan’la görüşün, PKK ile görüşün” diyebilir. Ancak hem BDP hem de ve daha da çok AKP için üzerinde durulacak zeminin iyi seçilmesi şart. 

Üzerinde durulacak en gerçekçi ve eleştiri kaldırır zemin oydur, seçimle gelendir. Seçimle gelen AKP sorunun çözümü için yola çıktıysa, muhatap olarak yine seçimle gelen BDP’yi seçmek zorunda. BDP de seçimle, halkın iradesiyle gelmenin mantığına uygun olarak AKP’yle müzakere yürütme konusunda ısrarlı olmalı. Bu aynı zamanda pazarlıkların, temasların (Öcalan’la yürütülenlere kıyasla) daha şeffaf olmasını getirecektir. Ve her şeyden önce, şimdilerde AKP ve medyasının körüklediği ‘seçilmiş milletvekillerini kriminalize etme’ lagarlığını da bir miktar engelleyebilir. Özetle, sadece yeni bir başlangıca değil, ‘zihniyet olarak’ yenilenmiş bir başlangıca ihtiyacımız var. 

* bu yazı ilk olarak Agos gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.