Header Ads

'Apoyevmatini' Rum Tavernası Değilmiş

-MELİH ÖZEREN -

Eğer Apoyevmatini yeni bir Rum tavernasının adı olmuş olsaydı, yanıma Alaçatı’nın o mavi Ege duyarlılıklarından bir demet alarak evden çıkar, yolda birbirimize ne kadar benzediğimizi hissettiren bir Yunan müziğiyle bunu iyice cilalayıp üstüne de buradan ayrılmış Rumların hüznünden biraz serptikten sonra iyice hassaslaşmış bir vaziyette kapısından içeri giriverirdim. Masama kurulup menüdeki mezelere bakarken bir taraftan da bunları hazırlayıp masaya getirecek olan usta ve garsonların gerçek birer Rum olmalarını diler, kendimi onlara ne kadar yakın gördüğümü hissettirecek samimi, sevimli bir bakış eşliğinde lafa başlayıp karşımda aksanlı Türkçesiyle beni cevaplayacak bir Niko ya da Taki bulacak olmanın heyecanını yaşardım.

Garson beyin en az benim kadar düzgün olan Türkçesini duyduğumda ise -tavernanın otantikliğine dair hissettiğim hayal kırıklığına hemen teslim olmaz – Rumların genelde işlerinin patronları olduğunu yazan tarih kitaplarını hatırlayıp nazikçe “Lokantanızın sahibinin adı neydi?” diye sorardım. Nihayet Niko ya da Taki yerine Ahmet ya da Mehmet ismini duyduğumda ise acı gerçeği kabul eder, kapıldığım o tuhaf aldatılmışlık hissiyle başa çıkmaya çalışarak siparişimi vermeye koyulurdum. İçimden de “Maalesef” derdim, “Apoyevmatini bir Rum Tavernası değilmiş”!

Hakikaten de Apoyevmatini bir Rum tavernası değil. O bir gazete. Eğer duymak isterseniz, bugün safiyane (!) bir duyarlılıkla yalnızca tavernalarda arayıp da bulamadığımız Niko, Taki ve diğer binlerce Rumun akibetine tanıklık etmiş, hakiki bir İstanbul Rum gazetesi. 1920’lerde sayıları 150 bini bulan Rum vatandaşımızla aynı kaderi paylaşıp onların sayısı 2000’e düşerken, tirajı 30 binlerden 600’lere düşmüş eski bir İstanbullu o.

“Kader”, onyıllar boyunca istikrarlı bir şekilde uygulanan ırkçı/milliyetçi, hukuksuz ve vicdansız politikalar şeklinde tecelli etti, neticede binlerce Rum hemşerimiz vatanlarından ayrılmak zorunda kaldı. Onların gidişinden yıllar sonra, Güneydoğu’daki bir baraj inşaatı sırasında ölen başka hemşerilerimiz için yaptırılan anıtın üzerine (“Biz iş kazalarında öldük, ölmeseydik ne iyiydi”) yazıp yıllar önce Rum hemşerilerimizin ardından söylediğimiz “Çok da iyi insanlardı, keşke gitmeselerdi” türünden lafları bir kere daha yâd ettiğimize bakılırsa, aynı kader tecelli etmeye devam ediyor gibi...

Halbuki nedense hep tavernalarda aradığımız o 2000 Rum vatandaşımız hâlâ burada, şehrimizde ve kendi dillerinde okuyabilecekleri yalnızca bir tek gazeteleri var: Satıştan gelen tüm gelirini dağıtıcılara veren, büyük ekonomik kriz nedeniyle Yunanistan’dan gelen ilan paraları dramatik şekilde azalan, “tiraj kriterlerine” uymadığı için resmi ilan da alamayan ve şu günlerde kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Apoyevmatini...

2000 Rum vatandaşımız, Apoyevmatini ve artık iyiden iyiye tanış olduğumuz kaderimizle birlikte hepimiz, bir kere daha burada, bu memleketteyiz işte. Kim bilir şimdi ne yapacağız? Kapanan Apoyevmatini’nin anısına kadeh kaldırmak için bir Rum tavernası mı arayacağız? Yoksa üniversite gençlerinin gazetenin kapanmaması için başlattıkları abonelik kampanyasına “Gençlerin yaptığı, beni çok duygulandıran, hatta şaşırtan bir davranış…

Ama ben bu gençlerin harçlıklarından ayıracakları parayla, okuyamayacakları bir gazeteye abone olmalarını kabul etmiyorum” diyen gazeteci Mihail Vasiliadis’e söyleyecek bir çift sözümüz olacak mı? Mihail, bu gazete bizim gazetemiz, bu dil bizim dilimiz, bir tek bu kader bizim değil diyecek miyiz?

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.