Ölene Kadar Eli Devletin Yakasında
Türkiye'de gözaltında kayıplar mücadelesinin, Hasan Ocak'ın ailesi ve yoldaşlarının verdiği mücadele ile başladığı bilinir. Ancak Emine Anne'ye yolu açan, cesaret veren bir anne daha vardır: Hatice Toraman.
Hatice Toraman, Türkiye tarihinin en karanlık günlerini yaşadığı, kimsenin gözaltında kayıplara, faili meçhul cinayetlere ses çıkaramadığı bir dönemde yüksek sesle, İstanbul'da, Ankara'da ve daha pek çok yerde oğlunun nerede olduğunu sordu. Karakollara, Gayrettepe Siyasi Şube'ye sordu, "Bizde yok" yanıtını aldı. Yürüyüşler, açlık grevleri, oturma eylemleri yaptı, sesini duyuramadı. Defalarca Meclis'e gitti, milletvekilleri ile bakanlarla görüştü, sonuç alamadı. En son Başbakan'ın yolunu kesti, "Senden oğlumu istiyorum" dedi. O'ndan da "Senin oğlun cebimde mi ki çıkartıp vereyim" yanıtını aldı. Açtığı dava ise 10 yıl sonra zaman aşımına uğradı. Ama yılmadı, 19 yıldır oğlunu aramaktan vazgeçmedi.
Hatice Toraman, 27 Ekim 1991'de İstanbul Kocamustafapaşa'da kaçırılarak gözaltında kaybedilen Hüseyin Toraman'ın annesi. Oğlunun kaybedilmesinden 4 yıl sonra, Hasan Ocak'ın kaybedilmesi ile başlayan Cumartesi eylemlerinde gördüğü baskılar üzerine Avrupa'ya gitti. Ancak ne oğlunu aramayı ne de kayıplar mücadelesini bıraktı. Tam 15 yıl gelmediği Türkiye'ye ilk kez 2010 yılının Ekim ayında geldi. Ve soluğu bir Cumartesi günü Galatasaray Meydanı'nda aldı. Öfkesi hiç dinmeyen Hatice Ana'nın ilk sözü "Sanmayın ki burada değilken oturdum. Bütün ülkeleri gezdim ve bu ülkede yaşananları, çocuklarımızın devrimci ve demokrat oldukları için katledildiklerini anlattım. Kalbim hep buradaydı" oldu.
'HÜSEYİN HAKSIZLIĞA KARŞI MÜCADELE EDİYORDU'
Hatice Toraman ile Türkiye'ye ikinci kez gelişinde, oğlunu bulmak için verdiği mücadeleyi konuştuk.
Oğlunun haksızlığa, baskılara karşı mücadele ettiği için kaçırıldığını, kaçırılmadan 6 ay önce de arandığını aktaran Hatice Toraman oğlunun kaybediliş sürecini şöyle anlattı: "Kocamustafapaşa'da sabah oğlum çıkıyor kahvaltı için yumurta alıyor karşı bakkaldan. O sırada üç tane polis arabadan iniyorlar. Oğlumu apar topar ite kaka arabaya alıyorlar. Hüseyin'in eşi Gülay camdan olanları seyrediyormuş. Onun da hakkında arama kararı olduğu için dışarı çıkmıyor. Sonra evden kaçıp başka bir yere gidip telefon ediyor. Geç vakitte bize haber verdi.
Polisler Hüseyin'i aldıktan sonra, orada bulunan bir kuruyemiş satan dükkana giriyorlar. Polislerin bir kısmı da burada bekliyorlarmış. Orada 'Şefim operasyon tamamlandı. Aradığımız adamı yakaladık getiriyoruz' diyorlar. Mahallede bağırıyorlar 'adam kaçırıyorlar karakola haber verin' diye.
Oradan Çınar Karakolu'na haber veriyor mahalleli. Hüseyin'i götüren aracın plakasını bildiriyorlar. Polis de plakayı araştırıyor. Aracın Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nden polislere ait olduğunu öğreniyorlar.
'GAYRETTEPE'NİN POLİSLERİ SİZİ DE BENİ DE GÖTÜRÜR'
Biz aramaya çıktığımız zaman gittik Çınar Karakolu'nun polisini suçladık, sen nasıl polissin dedik. Kendimizi müdafaa etmek için cebemize ses kayıt cihazı koyduk. Polis dedi ki -Seyfettin isminde bir komiser, 'Gittik baktık Gayrettepe'nin polisleri. Polis polise nasıl müdahale edebilir! Gidip kimliklerine de baktık. 'Onlar seni de götürür beni de götürür' dedi. Bu sesi alıp Meclis'e götürdük. Meclis'te dinlettik ama bunu işine gelen duydu işine gelmeyen üstünü örttü. Terörle Mücadele Şubesi'ne gittik. Polisler 'Biz almadık biz de arıyoruz' dediler. Ne kadar karakol varsa dinlenmeden, yorulmadan aradık, dilekçeler verdik. 70 gün sonra da Meclis'e gittik."
OĞLU 19 YILDIR EMİN ELLERDE
Uzunca bir süre başvurduğu kapılardan sonuç alamadan dönen Toraman ailesi, yetkililerin bir adım atması için Meclis yolunu tutar. O güne kadar yetkililerin adım atacağını, yalan söylemeyeceğini düşünen Hatice Toraman, 5 kez kapısını çaldıkları Meclis görüşmelerini şöyle anlattı: "İsmet Sezgin benim sırtımı ovarak 'Kızım sen hiç meraklanma senin oğlunu bulup vereceğiz, senin oğlun emin ellerde ağlama' dedi. O dönemde Devlet Bakanıydı ve ben O'nun bana yalan söyleyebileceğini düşünmedim, bizi yönettikleri için. Bizi böyle uyutuyorlardı.
MEHMET AĞIR ÖNCE KABUL EDİYOR SONRA...
İkinci gidişimizde kimse sahip çıkmadı. Ercan Karakaş bize yardımcı oldu, bazıları kabul etmedi. Mustafa Kul ile tanıştık, Erzincan Milletvekili. Alevi olduğu için o güne kadar ona oy vermiştik. O Mehmet Ağır'ı aradı. (Adını telaffuz etmekte zorlanıyor- beddualar ediyor) Mehmet Ağar, verdiğimiz bilgilere uygun olarak İsmail Çelik adında birinin alındığını belirtmiş. Benim oğlum da zaten o kimlik ile yakalanmıştı.
Mutlu olduk. 60 gün boyunca ağlamıştım, yemedik içmedik, eylemler yaptık, yürüyüşler yaptık, gazetelere gidiyoruz, ilanlar veriyoruz oğlumu bulmak için. O süreçte 60 kilodan 40 kiloya düştüm. Kardeşim vardı 'Gel abla gidip bir şeyler yiyelim' dedi.
Döndüğümüzde Mustafa Kul çok üzgün duruyordu. Kardeşim ne olduğunu sordu. O da 'Mehmet Ağar aradı öyle birşey olmadığını söyledi. Yanlış bilgi verdim' dedi. Ne ettilerse hemen vazgeçtiler. Bu işten Mehmet Ağar'ın haberi olduğu çok belli. Bulamadık dediler ben Meclis önüne çıktığımda bayılmışım. Gazeteciler toplanmış başıma ne olduğunu sordular ben de gidin 'Katil polislere sorun' dedim.
CHP'DEN KİMSE GELMEDİ
Çok çileler çektik. 5 kez Meclis'e gittim kimse yardım etmedi. Sonra komisyon yollarız, araştırırız dediler. Gelen komisyonda Maraş Katliamını yapan Ökkeş Şendiller'i yollamışlar ki üstünü örtsün diye. CHP'den bir kişi bile gelmedi. Bizim 7 sülalemiz onlara oy verdi ama kimse gelmedi. Ben de o günden sonra onlara oy vermeme kararı aldım."
DEMİREL: OĞLUN CEBİMDE Mİ Kİ...
Dönemin Başbakan'ı olan Süleyman Demirel'le de görüşmek için çabaladıklarını ancak Demirel'in kendilerini geçiştirmeye çalıştığını dile getiren Hatice Toraman, Ankara günlerini şöyle anlattı: "O zaman Dev-Sol'dan da iki kişi kayıptı. Onların aileleriyle birlikte 12 gün İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi'nde açlık grevi yaptık. Her gün Meclis'e gittik. Demirel Başbakan'dı. Bizi muhatap almıyordu, yardımcısı ile görüşüyorduk. Bir gün Demirel'in yolunu kestik. 'Çocuklarımızı sağ verdik sağ istiyoruz' dedik. Demirel çok öfkelenmiş 'Ne işiniz var burada?' diyor. Biz de 'sen bizi geçiştirdin, o sebeple kapını işgal ettik' dedik. Üç anne konuştu, sonra ben de oğlumun kaybedilişini anlatıp 'sen bir Başbakansın oğlumu istiyorum senden' dedim. Elini cebine soktu ve 'Senin oğlun cebimde mi ki çıkartıp vereyim. Atın bu kadını dışarıya' dedi."
BU DÜZEN DEĞİŞMELİ
Toraman, gözaltında kayıpların münferit olmadığına dikkat çekti: "Bu bir gerçek zaten yaptıran kim, polise izin veren kim? Polise izin verilmezse onlar bir kuşun kanadını bile kıramazlar. Bunca işkenceler yapılıyorsa, gözaltında kayıplar yaşanıyorsa... Benim oğlum gibi ne ölüsü ne de dirisi olan binlerce insan var. Devlet istemezse böyle şeyler yapılamaz. Faillere cezalar verilmiyor, korunuyorlar. Biz artık devletimizin ne kadar katil, katliamcı olduğunu, kendi çıkarları için 24 yaşındaki kendi civan çocuğum gibi binlerce genci öldürdüğünü biliyoruz. Bu düzen yıkılmalı, bu düzen bizi mahvetti."
POLİSTEN İTİRAF
Hüseyin Toraman'ın kaçırılmasından 1 yıl sonra bir polisin yaşananları itiraf ettiğini ancak yargının sürece dahil olmadığını belirten anne Toraman, "Oğlumun kaybedilmesinden 1 yıl sonra bir polis biz Hüseyin Toraman'ı öldürdük, Gebze Hisar Köprüsü civarına gömdük diyor. Gelinim, bir avukat ve kepçe ile gidip kazı yapıyorlar. O yer çok büyük, nerede arayacağımızı bilmiyoruz. Rüşvet davasından birbirlerine düşünce o polis konuşuyor. Bir gazeteye anlatıyor durumu. Zaten Hüseyinimi Gebze'de öldürdüler" diyor.
HASAN DA KAYBEDİLİNCE...
Oğlunu bulmak için yıllarca çabalayan Cumartesi Anneleri'nin oluşumunda yer alan Hatice Toraman o günlerin başlangıcını şöyle anlatıyor: "Hüseyin'in kaybedilmesinin üzerinden 4 yıl geçti, Hasan Ocak kaybedildi. Herkesten önce ben orada yer aldım. Emine Ana'nın yanında yer aldım. Önce İHD'de sonra CHP'yi işgal edip orada açlık grevi yaptık. Yürüyüşler Kadıköy Altıyol'da mum yakma eylemleri, çarşamba günü Bakırköy'de, Cumartesi günü de zaten Galatasaray önünde oturma eylemi yapıyorduk. Ondan sonra anneler toplanıp şehirleri dolaşmaya çıktık. 8 ile gittik, çocuklarımızın kaçırıldığını anlattık."
CUMARTESİ İLE TEHDİTLER BAŞLAR
Cumartesi eylemleri ile birlikte kendisine yönelik basıkların arttığını, her gün polislerin tehdit, taciz ve şiddetine maruz kaldığını anlatan anne Toraman, yurtdışına çıkışını anlattı: "Benim ne işim vardı Almanyalarda? Gece olunca polisler telefonla evi arıyorlardı. Ağza alınmayacak hakaretler ve küfürler ediyorlardı, 'niye oturma eylemlerine katılıyorsun' diyorlardı. Üç kez oturma eylemine gelirken yolda polislerden dayak yedim, 'Seni de öldürüp oğlunun yanına atarız' dediler. Artık dayanamaz hale geldik, eşim 'Göçüp gidelim kurtulalım' dedi."
Hatice Toraman, Avrupa'da da mücadelesine devam ederek etkinliklere, eylemlere, kurultaylara katılıyor. Aynı zamanda Türkiye'deki gelişmeleri de yakından takip ediyor. Başbakan'ın Cumartesi Anneleri ile görüşmesini komik buluyor: "Başbakan görüşmesini duyduğumda güldüm. Devletin bizi kandırdığını biliyorum. Bu durumu üç yaşındaki çocuğa bile söylesen güler. Oy alacak diye bu vaatleri verdi. Yine Meclis'e gelirse iktidar koltuğuna oturursa o zaman da bizi tanımayacak."
'NE HINCIM BİTER, NE MÜCADELEM'
Ağlamaktan göz merceklerinin hasar gördüğünü ve üç kez ameliyat geçirdiğini anlatan Hatice Toraman, televizyonda bile devlet yetkililerini görmeye dayanamadığını, hala çocuğunun bir gün çıkıp geleceğine inandığını, hayaller kurduğunu söylüyor: "Ben ölene kadar elim devletin yakasından düşmeyecek. Benim oğlum nerede, katiller bulunsun diye haykıracağım. 19 yıldır ne yönetenlere, ne de polise hıncım, kinim bitmedi, bitmeyecek. Ne zaman ölürsem o zaman bitecek."
röpörtaj: dicle müftüoğlu/etha

YORUM YAZIN