Header Ads

“Ben Nesli” nin Hayatı Torbada!

- CANAN ESELER -
Geçmişte yaşamak istemenin, bugünün yükünü bir yerlere bırakmak olduğu aşikar. Kimilerimizin, yaşanılan zamanın / toprakların / ortamın insanı olmaması, şüphesiz ki, kendimizi ait hissedemediğimizdendir.

Tahammül etmek üzerine kurulu hayatlarımızda, her şeyi yapma mecburiyetidir omuzlarımıza yük olan. Toplumdaki çoğunluk, yaşamı boyunca varolan iktidar mekanizmasının, önüne sunduğu sistemin şeklini almaya başlar. Her ne kadar boş bir özgüvenle “muhallebi gibi her kabın şeklini almam” dese de, özgüven hele ki içi bomboş özgüven, yanılsamadan ötesi değildir.
San Diego State Üniversitesi psikoloji bölümünde, nesil farklılıkları üzerine araştırmalar yapan Prof. Jean M. Twenge’nın ’Ben Nesli: Bugünün Gençleri Niçin Bu Kadar Özgüvenli ve İddalı Fakat Bir O Kadar da Depresif ve Kaygılı’ adlı kitabında, 70’ler, 80’ler, 90’lar da doğan çocukların ne kadar benmerkezci ve narsist olduğunu ortaya koymuş. Yine Twenge’nin görüşlerine göre de bireyci yaklaşımını bir sonucu olarak da, bu “Ben Nesli”, politika, aktivizm, oy verme gibi toplumsal konularla ilgilenmediğini anlatıyor.

Böylesine özgüvenli, narsist gençlerin, kaygı ve depresyon oranlarının hayli bir yüksek olması ise yanlış bir denklemin işaretcisi gibi. Twenge, bunları bir bütün olarak sistemin sonucu olarak görmektense, mekanizmanın getirisi olarak ele almakla yetinmiş. “Ben Nesli” kitabı 2009 yılında yayınlandığında, -henüz anaakımın medyanın dengeleri değişmemişken yani- Hürriyet’in başında olan Ertuğrul Özkök, köşesinde kitabı okuduğunu ve ne anladığını uzun uzun anlattıktan sonra; “Bugün geriye baktığım zaman görüyorum ki, hayattaki en büyük şahsi devrimimi, kitlelere sırtımı dönerek, içimdeki bireyi keşfederek ve onu serbest bırakarak yapmışım.” İnsanın, geçmişiyle böylesine savaş halinde olması ne berbat bir haldir, kimbilir!
Neyse ki, insan doğasıyla ilgili Freudcu düşünceyi benimsemediğimden insanların hayatları boyunca değişebileceklerini düşünüyor ve Özkök’ün de Mısır’da olanları uzun uzun izledikten sonra gerçek devrimin (içsel olanı da elbette) sokakta, çarpışa çarpışa yapılacağını, kitlelere sırtını dönmenin köhne bir fikir olduğunu öğrenebileceğini umuyorum.

Konumuza dönersek, 70’ler, 80’ler ve 90’larda doğup, böyle bir yaftalamaya maruz kalan bu neslin, kısacık ömürlerine kaç “son” sığdırdığından, hayatı nasıl bir “hız” mekanizması üzerinde yaşadıklarına değinilmemiş pek. Mesela, o neslin mensuplarının bir sabah işyerine gittiğinde, işsiz kaldığını geçmeyen manyetik kartla öğrenmesi, kimi sabahlar ağlayarak işine gitmesi, köle gibi çalıştırılmaktan körelen duygularını, sabah 9 akşam 6’ya sıkıştırılan hayatının katlanılmaz sıkıntısını, her terk ettiğinde /edildiğinde nasıl eksildiğini yazmıyor elbette. Üstelik güvencesizlik, sadece mavi yakalıların değil o boş özgüvenleriyle salınıp duran beyaz yakalıların da en önemli sorunu haline gelmişken.

TORBA YASA VE GÜVENCESİZLİK
İşe ve geleceğe dair güvencesizliğin, en tehlikeli sonuçlarından biri güvensizliktir. Ve bu güvensizlik, çalışanları sadece “günü kurtarabilme” kıvamına getirir. Bu da besin piramidi misali, toplumsal ve sınıfsal mücadeleyi zayıflatır. Mecliste kabul edilen Torba Yasa’yla yapılmak istenen tam da bu aslında. Güvencesizliği legal bir hale getirebilmek. Bu tasarıyla, asgari ücrette yaş kademesini değişmesiyle ücretlerin düşmesi, genç işçi ve çırak sömürüsü yaygınlaştırılması, ilk kez işe girenlerin deneme süresi dört aya çıkarılması, “isteğe bağlı stajerlik” uygulaması çıkartılarak, normal işçilerinde stajer olarak bildirilmesine ön ayak olunması, kamu görevlilerine grev yasağı konulması, beğenilmeyen memurun kadrodan çıkartılması ve daha birçok  bizi ilgilendiren madde, dün akşamki son oylamayla yasa haline geldi. İzlemediyseniz de TBMM’nin tutanaklarını okuyarak, nasıl bir girdaba girdiğimizi daha iyi anlayabilirsiniz.

Sonuç olarak, Torba Yasa’yla birlikte artık karamsarlığımız ve mutsuzluğumuz da iktidar eliyle meşrulaştırılmış oldu.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.