Avrupa’da Politik Doğruculuğun Sonu
![]() |
- HAMZA AKTAN - |
İngiltere, 2011’e daha önce pek alışık olmadığı, aslında alışık olmaması için büyük bir titizliğin gösterildiği bir vakayı tartışarak başladı. İngiliz polisi yeni yılın ilk günlerinde ülkenin küçük kentlerinden Derby’de yaşları 13 ila 15 arasında değişen kız çocuklarını kandırarak seks işçisi olarak kullanan 56 kişilik bir çeteyi ortaya çıkardı. Çete üyeleri, yoksul veya kimsesiz kız çocuklarını lüks araba ve hediyelerle etkileyerek kendilerine ‘sevgili’ yapıyor, daha sonra da seks işçisi olarak kullanıyorlardı.
Buraya kadar her şey herhangi bir ülkede görülebilecek bir adli vaka gibiydi. Fakat polisin yakaladığı 56 çete üyesinden 50’sinin Pakistanlı Müslüman olması olayla ilgili tartışmaların yönünü tamamen değiştirdi.
Olayı ilk gündeme getiren The Times gazetesi günlerce sürdürerek yaptığı yayında çetenin Pakistanlılardan oluşuna vurgu yaptı ve bunun üzerinde durulması gereken bir problem olduğunu yazdı. Gazete, benzer bir durumun Hollanda’da da yaşandığını, bu ülkedeki çetelerin de esas olarak Türkiyelilerden oluştuğunu iddia etti. İlk olarak böyle başlayan tartışma, İşçi Partili eski bakan Jack Straw’ın Pakistanlı erkeklerin beyaz İngiliz kızlarını “kolay lokma” gibi gördüğünü söylemesiyle de iyice alevlendi.
Artık Devlet Politikası
Normal şartlarda ne Times’ın ne de Straw’ın böylesi bir çıkış yapması İngiltere gibi göçmen toplumlarla ilgili konularda büyük hassasiyetin gösterildiği bir ülkede bir hayli zor olurdu. Ancak yalnızca İngiltere’de değil, Avrupa’nın bir çok ülkesinde bu hassasiyet yerini bir başka tutuma bırakıyor. Bu da, daha önceleri politik doğruculuğun getirdiği bir ihtiyatla özellikle göçmen toplumlarla ilgili yargılardaki mesafeliliğin terkedildiği, daha açık, bazen sözkonusu toplumla çatışmayı da göze alan yeni bir yaklaşım.
Buraya kadar her şey herhangi bir ülkede görülebilecek bir adli vaka gibiydi. Fakat polisin yakaladığı 56 çete üyesinden 50’sinin Pakistanlı Müslüman olması olayla ilgili tartışmaların yönünü tamamen değiştirdi.
Olayı ilk gündeme getiren The Times gazetesi günlerce sürdürerek yaptığı yayında çetenin Pakistanlılardan oluşuna vurgu yaptı ve bunun üzerinde durulması gereken bir problem olduğunu yazdı. Gazete, benzer bir durumun Hollanda’da da yaşandığını, bu ülkedeki çetelerin de esas olarak Türkiyelilerden oluştuğunu iddia etti. İlk olarak böyle başlayan tartışma, İşçi Partili eski bakan Jack Straw’ın Pakistanlı erkeklerin beyaz İngiliz kızlarını “kolay lokma” gibi gördüğünü söylemesiyle de iyice alevlendi.
Artık Devlet Politikası
Normal şartlarda ne Times’ın ne de Straw’ın böylesi bir çıkış yapması İngiltere gibi göçmen toplumlarla ilgili konularda büyük hassasiyetin gösterildiği bir ülkede bir hayli zor olurdu. Ancak yalnızca İngiltere’de değil, Avrupa’nın bir çok ülkesinde bu hassasiyet yerini bir başka tutuma bırakıyor. Bu da, daha önceleri politik doğruculuğun getirdiği bir ihtiyatla özellikle göçmen toplumlarla ilgili yargılardaki mesafeliliğin terkedildiği, daha açık, bazen sözkonusu toplumla çatışmayı da göze alan yeni bir yaklaşım.

Cameron, daha önceleri kendisinden beklenmeyecek bir açıksözlülükle, politik doğruculuğa da ehemmiyet vermeden yaptığı konuşmada liberal, özgürlükçü bir toplumun içinde, genç kızların zorla evlendirildiği, namus cinayetlerinin işlendiği, kadınlara baskının uygulandığı pratiklere izin veremeyeceğini vurguladı.
David Cameron, politik doğruculuğun sonunu da bir bakıma şu sözlerle ilan etti: “Beyaz biri ırkçı görüşler bildirdiğinde biz haliyle bunları kınıyoruz. Ancak aynı ölçüde kabul edilemeyecek görüşler veya pratikler beyaz olmayan birinden geldiğinde bunlara karşı gelmekte çok ihtiyatlı davranıyoruz.”
Yeni Tutumun Sebepleri
Özellikle Müslüman göçmen toplumlara yönelik bu yeni siyasetin çeşitli siyasi-ekonomik ve toplumsal sebepleri var. Bunlardan en önemlisi, El Kaide’nin Ortadoğu ve yakın Asya ülkeleri kadar Avrupa ülkelerindeki Müslüman toplumlardan da kendine militan bulabiliyor olması. 2005’te Londra’da 56 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıları gerçekleştiren El Kaidelilerin 5’i de İngiliz vatandaşıydı. O tarihten bu yana İngiltere’deki en büyük korkuların başında “homegrown terrorist” dedikleri yerli El Kaide militanları geliyor. Bu nedenle de İngiliz hükümeti Müslüman toplumlarda radikalliği aşılayan unsurları olabildiğince azaltmaya çalışıyor.
Meselenin bu en önemli güvenlik boyutu, Müslüman toplumları diğer göçmen toplumlardan haliyle ayırıyor ve bir dikkat merkezi haline gelmelerine yol açıyor. Bu toplumlarda yaşanan, terörizmle ilintisiz sosyal sorunlar da birer ülke meselesine dönüşüyor. Bu toplumların kadınlarına yönelik baskıyı İngiltere’de de olsa azaltmayan, kendi içlerinde güçlü bir mahalle baskısı uygulayan arkaik alışkanlıkları da hükümetlerin müdahalesine zemin hazırlayan unsurlardan.
Göçmen toplumlar hakkında konuşurken politik doğruculuğun artık bir lüks sayılacağı bir döneme girilmesinin önemli bir nedeni de yaşanan büyük ekonomik kriz. Hali hazırda popüler düzeyde ayrım gözetmeksizin bir göçmen karşıtlığının yaşandığı ülkelerde Müslüman toplumlar “işsizliğe yol açtıkları yetmezmiş gibi terörist de yetiştirdikleri için” en olumsuz etkilenen grupların başında geliyor.
Ne Olacak?
Hükümetler düzeyinde yaşanan değişimlerin son zamanlarda yaygın bir şekilde yapıldığı gibi Müslümanlara karşı popüler bir ırkçı dalgayı yaratacağını beklemek hayli abartılı ve gerçek dışı olacak. Merkez sağ-merkez sol hükümetler kıtası Avrupa’da hükümetlerin bir yanda İslamcı radikalizmle mücadele ederken bu radikalizmi besleyecek bir öğe olacak bir başka radikalizme müsade etmeleri rasyonel olmayacaktır.
Dolayısıyla, genel olarak hükümetlerden Müslüman toplumlara yönelik geliştirilecek yeni yaklaşımların İslamofobi’nin bir sonucu olarak görülmesinin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Fakat bu yine de, sözkonusu politikaların uygulanış şekillerine bağlı olarak batılı toplumlarda İslamofobi’yi güçlendirici bir etki yaratmayacağı anlamına gelmez.
Dolayısıyla, genel olarak hükümetlerden Müslüman toplumlara yönelik geliştirilecek yeni yaklaşımların İslamofobi’nin bir sonucu olarak görülmesinin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Fakat bu yine de, sözkonusu politikaların uygulanış şekillerine bağlı olarak batılı toplumlarda İslamofobi’yi güçlendirici bir etki yaratmayacağı anlamına gelmez.
Hükümetler için bu yeni dönemde esas hedef, Müslüman toplumların liberal-demokrat bir toplumsal iklime dahil olmalarını sağlamak olacak. Bunun bir ayağını, örneğin İngiltere’de Müslüman göçmenlerin kendilerini yalnızca kağıt üzerinde değil gerçekte de İngiliz vatandaşı hissetmelerini sağlama çabası oluşturacak. Böylelikle de ulusal ve uluslararası güvenliğe tehdit “homegrown teröristlerin” yetişmesi önlenmiş olacak. Bunun için de ekonomide olduğunun aksine, çokkültürlü, liberal bir toplumda önceden benimsenmiş “laissez faire” siyaseti terk edilecek, daha agresif ve sonuç almaya dönük bir tutum izlenecek. Devlet, toplumsal hayata daha fazla müdahil olacak.
Batının bu yeni ve agresif entegrasyon çabasının nasıl bir şekil alacağı ise kendi mahallelerinde geldikleri ülkelerdeki gibi yaşamlarını sürdürmeyi tercih eden Müslümanların vereceği karşılığa bağlı olacak. Ancak artık kesin olan bir şey varsa, o da politik doğruculuk kaygısıyla daha önce telafuz edilmemiş rahatsızlıklar veya gerçeklerin bundan böyle Merkel, Cameron ve Straw’da olduğu gibi daha sık kendine ifade alanı bulacağı. Bu da, Avrupa’da Müslüman toplumlarla ilgili herkesin kafasında ne varsa yakın zamanda ortaya dökeceği bir dönemin bizi beklediği anlamına geliyor.
Hamza Aktan'nın Blogu: hamzaaktan.blogspot
YORUM YAZIN