Header Ads

Soğuk Savaşa Boykot..

- AYÇA SÖYLEMEZ -
Referandumdan geriye sadece renkli bir harita kaldı. Herkesin sadece istediği kısmını gördüğü bir harita.Sınırları koyu renklerle çizilen Türkiye’nin geleceği de bu kutuplar üzerinden mi şekillenecek, yoksa her şey zaten bir şekillendirilmenin sonucu olarak mı çıktı karşımıza?

Her iki soru da haritanın farklı kutuplarında farklı şekillerde cevaplanıyor ve bu birbirine tamamen zıt düşen cevaplar, süregelen soğuk savaşı daha da görünür kılıyor.
Ve her soğuk savaşta olduğu gibi burada da başrolü ‘propaganda’ oynuyor.

Medya organlarının, sanıldığının aksine Türkiye’ye özgü olmayan bir özelliği vardır: Sıklıkla sahibinin sesini dillendirirler. Bunu her zaman için olumsuz anlamda okumamız da gerekmiyor. Eğer kolektif bir medyadan söz etmiyorsak bile, medyanın sahibi hayata, insan hakları ya da sınıf perspektifinden bakıyorsa ortaya çıkan medya ürünü de buna uygun olarak daha gerçekçi bir yerde durabilir. Ama anlaşıldığı üzere konumuz bu medya değil ve referandum medyasından bahsetmek için işe Joseph Goebbels’in şu sözüyle başlayacağım:

“Hiç kimse ‘Propagandanız aşırı zalim, alçakça ya da gaddar’ diyemez. Bunlar, konuyla alakalı vasıflar değil. Propagandanın amacı, nazik, saygın, iradesiz ya da mütevazı olmak değildir, başarılı olmaktır.” (1) Goebbels, Hitler’in Halk Aydınlanması ve Propaganda Bakanı’ydı. Hedefini ve ‘başardıklarını’ hepimiz biliyoruz. 

Bunu burada hatırlatmamın sebebi, Türkiye medyasının her zamankinden de çok dezenformasyona saldırması ve Pazar gecesi sonuçları duyururken ‘gerçek ama yanlış’ bilgileri kullanmış olması. Bunu sadece “yok sayılan” boykot oranlarını gözeterek söylemiyorum, yüzde 51 sonuçla evet/hayır çıkan illeri yüzde 90 oranıyla birlikte aynı sepete koymaları da bu dezenformasyonun bir parçası. Hatalardan bir diğeri de hayır oyu verenlerin ‘solcu’ olarak tanımlanmasıydı.

İl il ayrıntılı tahlile şu anda gerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü, bu sonuçlar genel seçimin bir provası değil. Dolayısıyla bu referandum, medyanın büyük desteğiyle, neoliberaller ve statükocular arasında bir soğuk savaş olarak cereyan ettiğinden, bize seçimle ilgili sağlıklı veriler sağlamayacak. Ayrıca ‘genel-geçer’ dengelerin değiştiğini de düşünmüyorum.

Söylediklerimi gerekçelendireceğim. Öncelikle referandum tartışmalarında bana “soğuk savaş” mefhumunu hatırlatan, tam da bu “sağ-sol” ayrımı oldu. Televizyonda izlediklerimi burada referans vermek çok pratik olmayacağından, NTV’nin internet sitesindeki bir haberde yer alan yorumu örnek vereceğim: 
“En az ‘evet’ oyu kullanan ikinci il ise Edirne’ydi. Geleneksel olarak solun kalesi diye tanımlanabilecek Edirne’de ‘evet’ oyları yüzde 27’de kaldı.” (2) ‘Solun kalesi’nin hayır oylarına yakıştırılması, hem içi boş bir temenni hem de tam bir soğuk savaş mesajı. İçeriğiyle de yöntemiyle de. Sol kavramının üzerinden son 50 yılda yapılan tartışmalar, bugün ana hatları bir yana tekabül ettikleri bakımından birçok değişime uğradı. Değişimin en başında ise solun statükoyla olan birleşmezliği yatıyor. Yüzlerce farklı düşünceyle hem zenginleşen hem tanımsızlaşan solun temsil ettiklerinin, otoriter bir rejimle bir arada barınamayacağı gün gibi ortadayken, bunda ısrar etmenin altında bir iyiniyet aramak yersiz. Nasıl ki CHP’yle solu yan yana koyamıyorsak, CHP’nin başı çektiği hayır cephesini de soldan gelen bir reddediş olarak algılayamayız. Haber bültenlerinin bu ısrarının altmetninde ise solu bir yüceltme kavramı olarak kullanıp evet oylarını ve evet oyu verenleri aşağıladıkları düşüncesi yatıyor. Bu tanımlamadaki diğer yanlışlık da bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Bana soğuk savaş kavramıyla düşünüldüğünü gösteren ikinci sebep de bu.

Dezenformasyonun ikinci ve en çok karşılık bulan ayağı ise boykotu yok sayma eğilimiydi. Medyanın topluca ve ivedilikle yapabildiği pek az şeyden biri olan “Kürt sorununu yok sayma” gayretkeşliği, referandum sonuçlarında bu şekilde su yüzüne çıktı. Hem televizyon kanallarında hem de ertesi günün gazetelerinde yer alan haritalar sadece iki renkliydi. Medyada adının boykot olarak konulması bir yana ‘seçime katılım oranları’ bile gösterilmedi. Köşe yazarları da geleneği bozmadı, ya Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy kullanamamasını kendilerince mizahi olduğunu düşündükleri bir dille yazdılar ya da MHP seçmeninin kullandığı oyu tahlil etmeye ayırdılar köşelerini. Büyük çoğunluğu ise Başbakan Erdoğan’ın konuşmasının ‘şifrelerini’ çözmeye mesai harcadı. Medya her zamanki gibi magazinle ilgilendi. Ama bu kanıksanmışlık, hatalarını eleştirmenin önemini azaltmıyor. Hatalarını propaganda tekniklerine kanıp normalleştirirerek görmezden geleceğimiz anlamına da gelmiyor.

Medyanın Kürt sorununu yok sayan tavrının referandum sonuçlarını açıklarken kendini iki renkli haritayla açığa vurması, şaşırtıcı olmayan ama kanıksayamadığımız bir gerçek. Ancak boykotun yüzde 30’lara dayanması, dezenformasyonun gücünü etkisiz kıldı. Neoliberal ya da Kemalist, hangi kutuptan olursa olsun, ortada yadsıyamayacakları bir gerçek olduğunun farkına var(dırıl)an medya da haberlerinin dilini değiştirmek ve haritayı ‘renklendirmek’ zorunda kaldı. Toplumun çoğunlukla aymazlığı sebebiyle gerisinde kalan medya, bu kez planlı programlı yaptığı ‘yok sayma’ işleminden vazgeçmek zorunda kaldı. Boykotun ardından gelen bu ikinci kazanım da gözlerden kaçan önemli bir noktadır.

Başta da söylediğim gibi soğuk savaş halindeki iki kutup ve onların medyaları, karşı tarafa saldırmaya, sandıklar kapandıktan sonra da (hatta daha büyük bir hınçla) devam etti, ediyor. Burada teker teker örneğini vermeye gerek görmediğim derecede belirgin olan bu saldırganlığın dozu, kendisini galip olarak gören ‘evetçi’ tarafta bile artıyor.

Bunun nedeni, sürekli bahsi geçen haritanın aslında üç renkli de olmaması. Gün Zileli’nin internet sitesinde ayrıntılı olarak tahlil ettiği ‘çok renkli’ haritada görüldüğü üzere, ılımlı evetçiler ve ılımlı hayırcılar, genel seçimin sonucunu da belirleyecek bölgeleri oluşturuyor. (3) Yine Gün Zileli’nin yazısında belirtildiği üzere hayır veya evet oyu verenlerin tek bir blok olmamasından hareketle, bu seçimlerin 2011 genel seçimlerinin bir provası olmadığı sonucuna varıyorum.

Medyanın dezenforme etmeye çalıştığı ve büyük oranda da başardığı gibi, insanların kararını ya da kararsızlığını sadece iki ayrı sonuca tasnifleyerek yansıtmak, gerçeği değil bir illüzyonu destekliyor: Hayır/evet oyu verenlerin aynı şekilde düşündüğü ve yaşadığı algısını.

Tabi ki medyadan sınıf çelişkisini magazinin yerine koymasını beklemiyoruz. Medyanın yanlış veya eksik bilgilendirme görevini layıkıyla yapmasının en belirgin olduğu konu da bu: Her ikisi de hayır oyu veren, Milli Eğitim müfredatına gönülden bağlı muhafazakâr statükocu üst-orta gelir grubu ile Tuncelili seçmeni aynı kefeye koyması. Ya da neoliberallerle diğer bir muhafazakâr kesim olan dindarları birbirinden farksız olarak resmetmesi. Bu yaklaşımın yanlışlığı da, referandumun neden genel seçimin göstergesi olmayacağını açıklayan sebeplerden biri.

Tüm bunlar ve dahi güncel politika bir yana, halk her şeye rağmen bir kez daha ordu vesayetini istemediğini kesin bir dille anlattı. Tankların gölgesinde yapılan ‘82 anayasa referandumu hariç her sandık başına gittiğinde yaptığı gibi. Bu mesajı almamakta direnenler var. Ancak onların varlığı, bu mesajın gücünü azaltmayacak.
Demokrasi, otoriter rejim, özgürlükler, temel insan hakları, çoğunluk diktası gibi her biri yıllarca sürecek araştırmalara ya da birbirinden farklı örneklere konu olabilecek, değişik tanımları olan birçok kavram, popülist söylemlere meze oldu, oluyor. Eh, buradan da sağlıklı bir kavrayış çıkmıyor. İşte tam da dezenformasyonun amaçladığı bu kaos, seçimle değil belki ama seçim sonuçlarının işaret ettiği mesajları tartışarak ortadan kaldırılabilir. Gün gibi ortada olanları görmek koşuluyla.

Kaynaklar:

(2) “11 ilde 'hayır'lar yüzde 10'u bulamadı” http://www.ntvmsnbc.com/id/25130825
(3) “Üç “Ulus”!!!”, Gün Zileli. http://www.gunzileli.com/2010/09/15/uc-ulus

editör notu: bu yazının başka mecralarda yayımlanması izne tabidir. lütfen izin alınız. 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.